KURUCU YAŞAR BAYRAM 1-ANA SAYFA 2-PEYGAMBERLER 3-ALİMLER 4-EVLİYALAR 5-MEZHEPLER 6-ÖĞÜTLER
1-HZ MUHAMMET 2-ALİMLER 3-EVLİYALAR 4-MEZHEPLER KURUCU YAŞAR BAYRAM SAYFAMIZA
HOŞGELDİNİZ
ein Bild ein Bild

Sitene Ekle...

GÜLLERİN EFENDİSİ  
 
  MEVLANANIN MİSYONU 07.05.2025 20:03 (UTC)
   
 

HZ. MEVLANA VE MİSYONU

Ahmet Kurucan   

11.03.2009

Bir şahsı veya bir eseri, ondan asırlar sonra tahlil ederken çeşitli yanlışlıklar içine düşülmesi mukadderdir. Bunda tahlili gerçek Bir şahsı veya bir eseri, ondan asırlar sonra tahlil ederken çeşitli yanlışlıklar içine düşülmesi mukadderdir. Bunda tahlili gerçek leştiren kişilerin bakış açıları, kültür seviyeleri, içinde bulundukları ortam birinci derecede rol oynayan hususlardandır.

İslâm dünyası içinde âlim, şair ve mu tasavvıf vasıfları ile ölümünün 723. yılında andığımız Mevlânâ da tahlili yapılırken hakkında büyük yan lışlıkların yapıldığı şahıslar arasında yer alır. Onu gerçek kimliği ve yaşadığı hayat boyunca eda ettiği misyonu iti bariyle değerlendirmemize altyapı olabilecek bazı önem li noktaların gözden kaçırılmasının bunda çok önemli bir rol oynadığına inanıyorum. Yukarıda arzettiğimiz bakış açısı, kültür seviyesi de buna eklenince, karşımıza çıkan Mevlânâ'nın, hiç de gerçek Mevlânâ olamadığını çok ra hatlıkla söyleyebiliriz. Zannediyorum bu durumdan en çok rahatsız olan da odur. Perde-i gayb açılıp, bu mesele üzerinde cevabı kendinden istenilse, verilecek olan cevab, ifade etmeye çalıştığım hususu bütün çıplaklığı ile ortaya koyacaktır.

Mevlânâ hakkında mutlaka bilinmesi ge rekli olan hususlara kısaca temas edelim: Mevlânâ 30 Eylül 604/1207 yılında Horasan'ın Belh şehrinde dün yaya gelir. Asıl adı Celâleddin'dir. Rumî ise Anadolulu olduğunu belirten bîr ifadedir. Moğol istilasının ortalığı kasıp kavurduğu bu dönemde, Mevlânâ'nın babası Ba-hauddin Veled, ailesi ile birlikte Şam, Hicaz, Malatya, Erzincan ve Akşehir'i ziyaret ede ede Konya Karaman şehrine yerleşir. "Sultanu'l-Ulema" lakabıyla anılan baba Bahauddin Veled, oğlunun aynı zamanda ilk ho-casıdır. Mevlânâ 13 yaşına kadar babasının rahle-i ted risine oturur. Mevlânâ, 13 yaşında Şam'a giderek üç yıl içinde usul, tefsir, fıkıh, hadis vb. ilimleri tahsil ederek geri döner. Bu arada babası Selçuklu Sultanı Alaaddin'in yapmış olduğu davete uyarak Konya'ya yerleşmiş ve Hüdavendigâr Medresesi'nde müderrislik yapmaya baş lamıştır. Mevlânâ da babasının vefatına kadar, onunla birlikte Hüdavendigâr Medresesi'nde hocalık yapar. Ba basının vefatından sonra -ki o zaman 24 yaşındadır- aynı medreseye müderris olur. Bu dönemde Mevlânâ, Hakim Sinaî, Sadreddin Konevî ve babasının müridi Seyyid Burhaneddin'den ders alır. Bu süre zarfında zahir ilim lerin yanı sıra batın ilimleri de tahsil eden Mevlânâ, pek çok sayıda talebe ve mürşid yetiştirir.

Burada görüldüğü gibi, çok sağlam İslamî ilimler temeli olan ve o döneme göre bu mesleğin zirvesine çıkıp Selçuklu başkentinin bir medresesinde hocalık yapan bir Mevlânâ vardır. Dolayısıyla hayatının daha sonraki dönemlerinde girdiği tarikat yolunda, onun îslamî esaslara zıt ve muhalif şeyler yapması, konuş malarda bulunması akla pek mümkün gözükmemek tedir.

Bu hususa tekrar temas etme niyetiyle şimdi Mevlânâ'nın diğer özelliğine geçelim.

Mevlânâ yaklaşık 41 yaşlarında iken bugün bile hayatı, kimliği, düşünceleri hakkında çok net malumata sahip olmadığımız Şems-i Tebrizî ile tanışır. Bu ta nışıklık onu aşk yoluna sürükler. Rivayete göre, Mevlânâ ile Şems'in ilk karşılaşmalarında aralarında şöyle bir ko nuşma geçer:

Şems: Hz. Muhammed (s.a.v) mi büyüktür, Beyazid-i Bistamî mi?

Mevlânâ: Bu nasıl soru! Elbette Hz. Muhammed (s.a.v) büyüktür.

Şems: İyi ama Hz. Muhammed (s.a.v) "Kalbim buğulanır da bu yüzden Rabbime günde yetmiş defa is tiğfar ederim" diyor. Halbuki, Beyazid "Kendimi noksan sıfatlardan tenzih ederim! Zuhurum ne kadar büyüktür" diyor ve "Cübbemin içinde Allah'tan başka bir şey yoktur!" diye de ilave ediyor. Buna ne dersin?

Mevlânâ: Hz. Muhammed (s.a.v) her gün yetmiş makam aşıyordu. Her makam ve mertebeye vardığında bir önceki makamdan istiğfar ediyordu. Bayezid ise, bir tek makamda kaldı ve bu makamın en yüce olduğunu sa narak öyle konuştu.(5)

Mevlânâ'nın bu sözlerini dinleyen Şems, kar şısındaki zatın imtihanı başarıyla verdiğine hükmederek birlikte handan çıkar ve yine birlikte altı aylık bir halvete girerler. Bundan sonra Mevlânâ'nın eski hayatı ciddi bir değişikliğe uğramıştır.

Mevlânâ'nın Şems ile olan münasebetleri sonucu şöyle dediği rivayet olunur. "Ömrümü üç kelime ile hü lasa etmek mümkündür: Hamdım, piştim, yandım." Yani Seyyid Burhaneddin ile görüşmeye kadar hamdı, onunla görüşünce pişti ve Şems ile görüşünce yandı.

Mevlânâ, Şems ile ilişkisi sonucu medresedeki vazifesini aksatmaya, halka va'z ve sohbet etmemeye başlayınca, Konya halkı rahatsızlığını izhar eder. Ni hayet Şems Konya'dan ayrılmak zorunda kalır. Bundan sonra Şems-i Tebrizî'nin bir defa daha Konya'ya gel diğini, sonra da öldüğünü ya da öldürüldüğünü veya öl dürüldüğü şayiasını bizzat Şems'in çıkartarak Konya'-dan bütünüyle ayrıldığını kaynaklar bizlere aktarmak tadır.

Tebrizî'nin ölümünden sonra Mevlânâ, önce Selahaddin Zerkup ile 10 yıllık bir arkadaşlık dö-nemi geçirir. Kuyumcu ve Allah dostu olan bu şahsın ve fatından sonra da Hüsameddin Çelebi ile olan be raberlikler başlar. Meşhur Mesnevî, işte bu sufî zatın ısrarı ve katipliği neticesi ortaya çıkmıştır.

Mevlânâ'nın hayatında mutlaka bilinmesi gerekli olan üçüncü husus ise; içinde yaşanılan şartlardır. Asır larca bulunduğu kuşakta hakim rol oynamış ve İslamiyet harcıyla bütün soyları İslam ülküsü etrafında bir leştirerek idare eden Selçuklu, çeşitli sebeplerle yıkılma aşamasına gelmiştir. Belki de hakimiyet dönemlerinin en zayıf olduğu bu devrede Moğol istilasının bütün hızıyla ilerlemesi, bu süreci hızlandırmıştır.

Öte yandan Moğolların istila ettikleri yerlere Orta Asya kültürünü getirmeleri, yepyeni fikrî ve kül türel oluşumların meydana gelmesine vesile olmuştur.

Moğolların o zalim baskısı altında, in sanlar derbeder ve perişan edilmiştir. Batı dünyasının Bosna-Hersek, Karabağ, Irak, Somali vb. yerlerde müslümanlara reva gördüğü zulüm kadar olmasa bile, o dev rin şartları içinde bugünü de hiç aratmayacak ölçüde ya pılan zulümler insanlık mânâsını heder etmiştir. İşte bu kan, gözyaşı, cesed, inilti ortasında Mevlânâ insana saygı, insana hürmet gibi insanlığı bulunduğu durumdan kurtarmayı hedef alan bir felsefeyi temsil etmiştir. Mevlânâ burada İslam'ın evrenselliğinden hareketle mu hatap kitleyi alabildiğine geniş tutmuş, sadece müslüman olanları değil, olmayanlara da îslamî mesajlar sunmayı kendine vazife edinmiştir.

Bu temel bilgiler ışığında Mevlânâ'yı de ğerlendirecek olursak;

1- "Mevlânâ'nın müderrislik kimliğinin iştihar et memesi, onun kolayca istismar edilmesine sebep ol muştur. Halbuki Mevlânâ, mutasavvıf olmadan önce alimdi. Selçuklu'nun başkentinde, bir medresede talebe yetiştiriyor, fıkıh, tefsir, hadis adına bilgiler öğretiyor, sonra da okuttuğu bu talebeleri Selçuklu devletinin dört bir yanında ihtiyaç olan yerlere, devletle olan yakın iliş-kileri sayesinde tayin ettiriyordu. Böylece Mevlânâ, bir taraftan Moğol istilası karşısında bir noktada çaresiz ko numda bulunan Selçuklu devletine yardımcı oluyor, diğer taraftan mücadele azmini yitiren, yıllar süren sa vaşlar sonucu teslimiyetçi bir ruha sahip hale gelen ve kimlik bunalımı içine düşmeye başlayan Selçuklu Türklerine talebeleri vasıtasıyla en büyük hizmeti yapıyordu. Ne var ki, onun bu tavrını bugün bile anlayamayan ve yadırgayan insanlar vardır. Mevlânâ'nın devlet yanlısı bir politika izlemesini tenkid eden, sultanlarla içli-dışlı olmasını hazmedemeyen ya da bunun ardındaki niyeti anlayamayan, hatta hiç ilgisi olmadığı halde ona "Moğol uşağı" diyen insanlar bile çıkmıştır.

Halbuki böyle bir yıkılış döneminde Mevlânâ'nın dört bir yanda neşv ü nema bulan bu hizmeti sa yesinde, yeni kurulacak olan Anadolu birliğinin manevî temelleri atılmıştır. Daha sonraları açığa çıkacak olan mıtasavvıf kimliğiyle yetiştirdiği müridlerinin de Anadolu sathına yayılması, bu temellerin sağlamlaşmasına vesile olmuştur. Şeriat ve tarikat veya başka bir tabirle medrese ve tekke eğitimi alan talebeler, tarih içinde bazı tarikatlar içinde müşahede ettiğimiz şatahatın içine hiç düşmemiş, ve halka bu hakikatleri olduğu gibi yan sıtmışlardır.

2- Mevlânâ, Şems-i Tebrizî ile olan yoğun mü nasebetleri sonucunda aşk yoluna sülük etmişti. Öyle ki o, girdiği bu yolda eski kimliğini bir noktada unutarak, medreseyi, halka va'z u nasihat etmeyi terk etmişti. Fakat bu dönemi itibariyle Mevlânâ, daha sonraları ekol haline gelecek anlayış, yorum ve uygulamaları ile bir ta rikatın kurulmasına öncülük etmiştir. "Mevlevîlik" adı verilen bu tarikatın kurulmasında, Mevlânâ'nın ira desinin olması ya da olmaması hiç önemli değildir. O kendi anlayış çizgisi üzerinde bir hayat yaşamış, et rafındakiler ve arkadan gelenler onu sistemleştirmişlerdir. Zaten İslam'da fıkhı mezheplerin veya sair ta rikatların da ortaya çıkış şekilleri hep aynı olmamış mıdır?

Yalnız burada temas edilmesi gerekli olan husus sair tarikatlardan farklı ola rak "sema" ve "ney"dir. Günümüze gelinceye kadar tartışmalanrı devam eden se ma ve ney hakikaten literatürümüze Mevlânâ ile mi girmiştir? Bunlar tasavvuf geleneğinde her ne kadar hoş görülse de acaba İslâmî kaide ve kurallarla ne derece uyum sağlamaktadır? Sema o dönemde de günümüzde olduğu şekliyle, hakikaten bir merasim, gösteri şeklinde mi icra ediliyordu? Bu ve buna benzer sorular çoklarımızın cevap aradığı ve bulmakta olabildiğince zorlandığı şeylerdir.

İhtimal Mevlânâ, vecd halinde yani ilâhî aşkla bütünleşmiş ve kendinden geçmiş bir halde iken, kalkıp sema yapmıştı. Hatta bu sema saatlerce sürmüş de ola bilir. Nitekim, bugün yapılan zikirler sonucu kendinden geçip, ruhun derece-i hayatına yükselerek, beden-ruh bü tünlüğüne erişip, tamamen melekî bir hüviyet kaza narak, kendilerinden geçen insanlar, -bu süre az veya çok olabilir- âlem-i şehadet sınırları içinde izahı müm kün olmayan şeyler yapabiliyorlar. Demek ki ruha kendi gücünün kazandırılması ile çok şeyler gerçekleşebil mektedir.

Yalnız bu bir hal işiydi. Bu seviyeyi ihraz ede meyen kişilerin bu türlü şeyleri hayatına taşımasının sunîlikten öte bir mânâ taşımayacağı izahtan varestedir. Mevlânâ'da vecd halinde ortaya çıkan sema, tarihin de ğişik devirlerinde vecde maruz kalan sair velilerde başka başka şekillerde tezahürü görülmüş olabilir.

Ney'e gelince: Mesnevî'nin özellikle ilk 18 beyti içinde ele alınıp, işlenen ney kavramı sadece enstrüman özelliği olan ney midir, yoksa Mevlevî müfessirlerin ifade ettiği insan-ı kamil midir? Onların beyanlarına göre "kamışlıktan koparılarak yapılan ney, her nefeste ayrı düştüğü vatanını terennüm etmektedir. İnsan da geldiği ulvî âlemin hasretini çekmektedir. Ruh beden hapsinde bu ayrılığın ızdırabını yaşamakta ve her an geldiği va tanı, koparılıp uzaklaştırıldığı yeri özlemektedir. Şu halde ney ile anlatılmak istenen, insanın bu âlemdeki var oluşunun nedenini açıklayabilecek bir şekilde, birlik ka mışından kesilmiş kendi varlığından geçmiş, gerçek var lıkla var olmuş insan yani insan-ı kâmildir."

Mevlânâ vecd ha linin gereği olarak sema yaptı, ney çaldı veya din ledi ise, onu bugünkü şekliyle bir gösteri halinde kat'iyen ele almış değildi.

Sema ve ney me selesi su-i istimale açık yönleri itibariyle, nesilden nesile intikal ederken, ma-alesef o ilk dönemdeki asliyetini koruyamamıştır. Son devirlerde müsteşrik lerin de bu işe sahip çık masıyla sema, bir gösteri ve merasim şeklinde icra edilmeye başlanmıştır. Tamamen folklorik üslup hakimdir. Vecdden uzak, maaş karşılığı bu işi yapan semazenler mevcuttur. Hele sema gösterileri (!) sırasında ney'e ilave edilen sair çalgıların Mevlânâ'nın hayatında hiç yeri olmadığı bilinen bir ger çektir.

Aslında bu hakikatler bugün icra edilen sema gösterilerine karşı olduğumuzu göstermez. O ayrı bir müzakerenin konusu olabilir. İslamî esaslar çerçevesinde bu mesele ele alınıp yeniden incelemeye tâbi tutulabilir. Bununla beraber, meselenin aslî hüviyetinin bilinmesi de gerekli olduğu kanaatine dayanarak, kısaca bu hususa temas ettik.

3- Mevlevîlik Mevlânâ'dan bu yana toplumun elit tabakasının ve kültürlü insanların mensup olduğu bir tarikattır. Konuşma dili Türkçe olmasına rağmen, Mevlânâ'nın eserlerinin birçoğunun Farsça ve bir kıs mının da Arapça olması, onu sevenlerin bu dilleri öğ renmesini gerekli kılmıştır. Ya da bu dilleri bilenler, Mevlânâ'yi takip edebilmiştir. Kaldı ki, o dönemde dev letin resmî dili Farsçaydı... Yazışmalar hep Farsça ya pılıyordu. Şairler mutasavvıflar genelde Farsçayı kul lanıyordu.

Mevlânâ daha önce de ifade ettiğimiz gibi in sanlık manasının heder edildiği, insana saygı ve hür metin hemen hiç olmadığı bir zaman diliminde dünyaya gelmiştir. Moğolların geride kan, zulüm, gözyaşı bı rakarak her tarafı bir fırtına gibi kasıp kavurması bütün hızıyla devam ediyordu. İşte bu devrede Mevlânâ, in sanlığın sevgiye, saygıya hasret olduğunu görüyor ve mihrakına insana saygı ve sevgiyi oturttuğu irşad fa aliyetlerini gerçekleştiriyordu. Yetiştirdiği talebelerine, müritlerine hep bunu salık veriyordu. Kaleme aldığı eserlerinde bunu açık ve net bir biçimde vurguluyordu. Bütün bunları yaparken, kafir-Müslüman, Yahudi-Hıristiyan ayrımına da gitmiyordu. İslâm'ın evrensel ha kikatlerini, aslında İslâm'ın da hedef kitle olarak be lirttiği bu insanlara sunmanın yollarını arıyordu. Fakat Mevlânâ bütün bunları yaparken, İslâm'dan taviz ver miyordu. O, "Ne olursan ol yine gel. Yahudi, Hıristiyan, Mecusî olsan da yine gel. Bin defa tevbeni bozmuş olsan da yine gel" derken -ki bu sözlerin Mevlânâ'ya ait ol-duğu şüphelidir- Yahudi, Hıristiyan, Mecusî olarak ka labilir, bu vasfınla İslâm içinde yer bulabilirsin demek is temiyordu. Onun Allah Rasulü'ne bağlılığı tamdı. Tefsir, fıkıh, hadis ilimlerinde müderrislik payesini elde ettiği, bu sahalarda birçok talebe yetiştirip, ülkenin dört bir ya nına resmî görevlerle tayin ettirdiğine daha önce işaret etmiştik. Bu açıdan Mevlânâ'nın bu ve benzeri söz lerinde İslâm'ın temel esaslarına zıt fikirler beyan etmesi herhalde düşünülemez.

Bakın şu sözler ona ait; "Canım tenimde olduğu müddetçe Kur’an’ın kölesiyim. Allah'ın seçkin Pey gamberi Muhammed'in yolunun toprağıyım" ve sanki bugün hakkında söylenenleri hissetmiş gibi, Mevlânâ bu beytin devamında diyor ki, "Her kim bundan başka ben den bir söz naklederse ondan şikâyetçi olurum ve o söz den de üzüntü duyarım."

Ve Mevlânâ, Efendimiz'e hitaben şunları söylüyor: "Kim, senin sofrandan başka bir sofraya giderse, bil ki şeytan, onunla bir kâseden yer.

Kim, senin komşuluğundan kaçarsa, şüphe yok ki, şeytan ona komşu olur."

‘Ey Allah'ın Elçisi, bulutsuz bir güneş gibi pey gamberliği sen tamamladın, apaydın bir hale koydun."

Ama yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, müs teşrikler ya da o zihniyete sahip insanlar Mevlânâ'da su-i istimal edilebilecek şeyleri ön plana çıkartmışlar ve bunu olağanüstü bir gayret ve çaba ile bütün dünyaya hem de çok kısa bir zamanda yaymışlardır. Öyle ki UNESCO ta rafından 1995 yılı "Mevlânâ Yılı" ilân edilmiştir. Fakat, UNESCO Mevlânâ'nın "ben O'nun yolunun toprağıyım" dediği İnsanlığın İftihar Tablosu Hz. Muhammed (sav) adına hiçbir şey yapmamıştır. Böyle olunca, bu tür or ganize faaliyetlere olumlu bir gözle bakmanın safdillik olacağı kanaati insanı sarıp sarmalıyor. "Acaba bunun al tında ne gibi fikirler var?" diye insan merak etmekten ya da araştırmaktan kendini alamıyor.

NETICE itibariyle; Mevlânâ temsil ettiği mis yonu ile günümüze kadar gelmiş devasa bir kamettir. Âlim, şair ve mutasavvıftır. Aşk, vecd istiğrak insanıdır. Ehl-i Sünnet çizgisi dışına çıkmamıştır. Devrinde İslâm davasına büyük yararlılıkları olan birisidir. Etkisi ölü münün 723. yılında dahi devam etmektedir. Fakat ar kadan gelenler onun maddî ve manevî mirasını çok iyi koruyamamıştır. Ona ait olmayan mısralar, beyitler, sanki onunmuş gibi Mesnevî'ye ya da Divan-ı Kebir'e sokulduğu iddialar arasında yer almaktadır. İnsanları "Fihi Mâfih" deki bazı görüşlerin sair eserlerde olmayıp, sonradan o eserlere sokulduğu düşüncesine itmektedir. Perde arkası çok net bilinmeyen, bilinemeyen dü şüncelerle Mevlânâ'nın su-i istimal edildiği herkesin üzerinde ittifak ettiği bir konudur. Sema gösterileri, ney ve sair çalgılar buna ilk elden örnek olarak gösterilebilir. Yine onun yanlış anlaşılıp, yanlış değerlendirilen, meselâ: "Ne olursan ol, yine gel" gibi sözleri, bu konuda örnek olabilecek hususlardandır. Bütün bu inhiraflar, Mevlânâ'yı aslî mahiyeti ile araştırıp gerçek yörüngesine oturtacak ve onu bütün dünyaya duyurup, hayata ta şıyacak insanları beklemektedir.

Eleştiren kişilerin bakış açıları, kültür seviyeleri, içinde bulundukları ortam birinci derecede rol oynayan hususlardandır.

İslâm dünyası içinde âlim, şair ve mu tasavvıf vasıfları ile ölümünün 723. yılında andığımız Mevlânâ da tahlili yapılırken hakkında büyük yan lışlıkların yapıldığı şahıslar arasında yer alır. Onu gerçek kimliği ve yaşadığı hayat boyunca eda ettiği misyonu iti bariyle değerlendirmemize altyapı olabilecek bazı önem li noktaların gözden kaçırılmasının bunda çok önemli bir rol oynadığına inanıyorum. Yukarıda arzettiğimiz bakış açısı, kültür seviyesi de buna eklenince, karşımıza çıkan Mevlânâ'nın, hiç de gerçek Mevlânâ olamadığını çok ra hatlıkla söyleyebiliriz. Zannediyorum bu durumdan en çok rahatsız olan da odur. Perde-i gayb açılıp, bu mesele üzerinde cevabı kendinden istenilse, verilecek olan cevab, ifade etmeye çalıştığım hususu bütün çıplaklığı ile ortaya koyacaktır.

Mevlânâ hakkında mutlaka bilinmesi ge rekli olan hususlara kısaca temas edelim: Mevlânâ 30 Eylül 604/1207 yılında Horasan'ın Belh şehrinde dün yaya gelir. Asıl adı Celâleddin'dir. Rumî ise Anadolulu olduğunu belirten bîr ifadedir. Moğol istilasının ortalığı kasıp kavurduğu bu dönemde, Mevlânâ'nın babası Ba-hauddin Veled, ailesi ile birlikte Şam, Hicaz, Malatya, Erzincan ve Akşehir'i ziyaret ede ede Konya Karaman şehrine yerleşir. "Sultanu'l-Ulema" lakabıyla anılan baba Bahauddin Veled, oğlunun aynı zamanda ilk ho-casıdır. Mevlânâ 13 yaşına kadar babasının rahle-i ted risine oturur. Mevlânâ, 13 yaşında Şam'a giderek üç yıl içinde usul, tefsir, fıkıh, hadis vb. ilimleri tahsil ederek geri döner. Bu arada babası Selçuklu Sultanı Alaaddin'in yapmış olduğu davete uyarak Konya'ya yerleşmiş ve Hüdavendigâr Medresesi'nde müderrislik yapmaya baş lamıştır. Mevlânâ da babasının vefatına kadar, onunla birlikte Hüdavendigâr Medresesi'nde hocalık yapar. Ba basının vefatından sonra ki o zaman 24 yaşındadır aynı medreseye müderris olur. Bu dönemde Mevlânâ, Hakim Sinaî, Sadreddin Konevî ve babasının müridi Seyyid Burhaneddin'den ders alır. Bu süre zarfında zahir ilim lerin yanı sıra batın ilimleri de tahsil eden Mevlânâ, pek çok sayıda talebe ve mürşid yetiştirir.

Burada görüldüğü gibi, çok sağlam İslamî ilimler temeli olan ve o döneme göre bu mesleğin zirvesine çıkıp Selçuklu başkentinin bir medresesinde hocalık yapan bir Mevlânâ vardır. Dolayısıyla hayatının daha sonraki dönemlerinde girdiği tarikat yolunda, onun îslamî esaslara zıt ve muhalif şeyler yapması, konuş malarda bulunması akla pek mümkün gözükmemek tedir.

Bu hususa tekrar temas etme niyetiyle şimdi Mevlânâ'nın diğer özelliğine geçelim.

Mevlânâ yaklaşık 41 yaşlarında iken bugün bile hayatı, kimliği, düşünceleri hakkında çok net malumata sahip olmadığımız Şems-i Tebrizî ile tanışır. Bu ta nışıklık onu aşk yoluna sürükler. Rivayete göre, Mevlânâ ile Şems'in ilk karşılaşmalarında aralarında şöyle bir ko nuşma geçer:

Şems: Hz. Muhammed (s.a.v) mi büyüktür, Beyazid-i Bistamî mi?

Mevlânâ: Bu nasıl soru! Elbette Hz. Muhammed (s.a.v) büyüktür.

Şems: İyi ama Hz. Muhammed (s.a.v) "Kalbim buğulanır da bu yüzden Rabbime günde yetmiş defa is tiğfar ederim" diyor. Halbuki, Beyazid "Kendimi noksan sıfatlardan tenzih ederim! Zuhurum ne kadar büyüktür" diyor ve "Cübbemin içinde Allah'tan başka bir şey yoktur!" diye de ilave ediyor. Buna ne dersin?

Mevlânâ: Hz. Muhammed (s.a.v) her gün yetmiş makam aşıyordu. Her makam ve mertebeye vardığında bir önceki makamdan istiğfar ediyordu. Bayezid ise, bir tek makamda kaldı ve bu makamın en yüce olduğunu sa narak öyle konuştu.(5)

Mevlânâ'nın bu sözlerini dinleyen Şems, kar şısındaki zatın imtihanı başarıyla verdiğine hükmederek birlikte handan çıkar ve yine birlikte altı aylık bir halvete girerler. Bundan sonra Mevlânâ'nın eski hayatı ciddi bir değişikliğe uğramıştır.

Mevlânâ'nın Şems ile olan münasebetleri sonucu şöyle dediği rivayet olunur. "Ömrümü üç kelime ile hü lasa etmek mümkündür: Hamdım, piştim, yandım." Yani Seyyid Burhaneddin ile görüşmeye kadar hamdı, onunla görüşünce pişti ve Şems ile görüşünce yandı.

Mevlânâ, Şems ile ilişkisi sonucu medresedeki vazifesini aksatmaya, halka va'z ve sohbet etmemeye başlayınca, Konya halkı rahatsızlığını izhar eder. Ni hayet Şems Konya'dan ayrılmak zorunda kalır. Bundan sonra Şems-i Tebrizî'nin bir defa daha Konya'ya gel diğini, sonra da öldüğünü ya da öldürüldüğünü veya öl dürüldüğü şayiasını bizzat Şems'in çıkartarak Konya'-dan bütünüyle ayrıldığını kaynaklar bizlere aktarmak tadır.

Tebrizî'nin ölümünden sonra Mevlânâ, önce Selahaddin Zerkup ile 10 yıllık bir arkadaşlık dö-nemi geçirir. Kuyumcu ve Allah dostu olan bu şahsın ve fatından sonra da Hüsameddin Çelebi ile olan be raberlikler başlar. Meşhur Mesnevî, işte bu sufî zatın ısrarı ve katipliği neticesi ortaya çıkmıştır.

Mevlânâ'nın hayatında mutlaka bilinmesi gerekli olan üçüncü husus ise; içinde yaşanılan şartlardır. Asır larca bulunduğu kuşakta hakim rol oynamış ve İslamiyet harcıyla bütün soyları İslam ülküsü etrafında bir leştirerek idare eden Selçuklu, çeşitli sebeplerle yıkılma aşamasına gelmiştir. Belki de hakimiyet dönemlerinin en zayıf olduğu bu devrede Moğol istilasının bütün hızıyla ilerlemesi, bu süreci hızlandırmıştır.

Öte yandan Moğolların istila ettikleri yerlere Orta Asya kültürünü getirmeleri, yepyeni fikrî ve kül türel oluşumların meydana gelmesine vesile olmuştur.

Moğolların o zalim baskısı altında, in sanlar derbeder ve perişan edilmiştir. Batı dünyasının Bosna-Hersek, Karabağ, Irak, Somali vb. yerlerde müslümanlara reva gördüğü zulüm kadar olmasa bile, o dev rin şartları içinde bugünü de hiç aratmayacak ölçüde ya pılan zulümler insanlık mânâsını heder etmiştir. İşte bu kan, gözyaşı, cesed, inilti ortasında Mevlânâ insana saygı, insana hürmet gibi insanlığı bulunduğu durumdan kurtarmayı hedef alan bir felsefeyi temsil etmiştir. Mevlânâ burada İslam'ın evrenselliğinden hareketle mu hatap kitleyi alabildiğine geniş tutmuş, sadece müslüman olanları değil, olmayanlara da îslamî mesajlar sunmayı kendine vazife edinmiştir.

Bu temel bilgiler ışığında Mevlânâ'yı de ğerlendirecek olursak;

1- "Mevlânâ'nın müderrislik kimliğinin iştihar et memesi, onun kolayca istismar edilmesine sebep ol muştur. Halbuki Mevlânâ, mutasavvıf olmadan önce alimdi. Selçuklu'nun başkentinde, bir medresede talebe yetiştiriyor, fıkıh, tefsir, hadis adına bilgiler öğretiyor, sonra da okuttuğu bu talebeleri Selçuklu devletinin dört bir yanında ihtiyaç olan yerlere, devletle olan yakın iliş-kileri sayesinde tayin ettiriyordu. Böylece Mevlânâ, bir taraftan Moğol istilası karşısında bir noktada çaresiz ko numda bulunan Selçuklu devletine yardımcı oluyor, diğer taraftan mücadele azmini yitiren, yıllar süren sa vaşlar sonucu teslimiyetçi bir ruha sahip hale gelen ve kimlik bunalımı içine düşmeye başlayan Selçuklu Türklerine talebeleri vasıtasıyla en büyük hizmeti yapıyordu. Ne var ki, onun bu tavrını bugün bile anlayamayan ve yadırgayan insanlar vardır. Mevlânâ'nın devlet yanlısı bir politika izlemesini tenkid eden, sultanlarla içli-dışlı olmasını hazmedemeyen ya da bunun ardındaki niyeti anlayamayan, hatta hiç ilgisi olmadığı halde ona "Moğol uşağı" diyen insanlar bile çıkmıştır.

Halbuki böyle bir yıkılış döneminde Mevlânâ'nın dört bir yanda neşv ü nema bulan bu hizmeti sa yesinde, yeni kurulacak olan Anadolu birliğinin manevî temelleri atılmıştır. Daha sonraları açığa çıkacak olan mıtasavvıf kimliğiyle yetiştirdiği müridlerinin de Anadolu sathına yayılması, bu temellerin sağlamlaşmasına vesile olmuştur. Şeriat ve tarikat veya başka bir tabirle medrese ve tekke eğitimi alan talebeler, tarih içinde bazı tarikatlar içinde müşahede ettiğimiz şatahatın içine hiç düşmemiş, ve halka bu hakikatleri olduğu gibi yan sıtmışlardır.

2- Mevlânâ, Şems-i Tebrizî ile olan yoğun mü nasebetleri sonucunda aşk yoluna sülük etmişti. Öyle ki o, girdiği bu yolda eski kimliğini bir noktada unutarak, medreseyi, halka va'z u nasihat etmeyi terk etmişti. Fakat bu dönemi itibariyle Mevlânâ, daha sonraları ekol haline gelecek anlayış, yorum ve uygulamaları ile bir ta rikatın kurulmasına öncülük etmiştir. "Mevlevîlik" adı verilen bu tarikatın kurulmasında, Mevlânâ'nın ira desinin olması ya da olmaması hiç önemli değildir. O kendi anlayış çizgisi üzerinde bir hayat yaşamış, et rafındakiler ve arkadan gelenler onu sistemleştirmişlerdir. Zaten İslam'da fıkhı mezheplerin veya sair ta rikatların da ortaya çıkış şekilleri hep aynı olmamış mıdır?

Yalnız burada temas edilmesi gerekli olan husus sair tarikatlardan farklı ola rak "sema" ve "ney"dir. Günümüze gelinceye kadar tartışmalanrı devam eden se ma ve ney hakikaten literatürümüze Mevlânâ ile mi girmiştir? Bunlar tasavvuf geleneğinde her ne kadar hoş görülse de acaba İslâmî kaide ve kurallarla ne derece uyum sağlamaktadır? Sema o dönemde de günümüzde olduğu şekliyle, hakikaten bir merasim, gösteri şeklinde mi icra ediliyordu? Bu ve buna benzer sorular çoklarımızın cevap aradığı ve bulmakta olabildiğince zorlandığı şeylerdir.

İhtimal Mevlânâ, vecd halinde yani ilâhî aşkla bütünleşmiş ve kendinden geçmiş bir halde iken, kalkıp sema yapmıştı. Hatta bu sema saatlerce sürmüş de ola bilir. Nitekim, bugün yapılan zikirler sonucu kendinden geçip, ruhun derece-i hayatına yükselerek, beden-ruh bü tünlüğüne erişip, tamamen melekî bir hüviyet kaza narak, kendilerinden geçen insanlar, -bu süre az veya çok olabilir- âlem-i şehadet sınırları içinde izahı müm kün olmayan şeyler yapabiliyorlar. Demek ki ruha kendi gücünün kazandırılması ile çok şeyler gerçekleşebil mektedir.

Yalnız bu bir hal işiydi. Bu seviyeyi ihraz ede meyen kişilerin bu türlü şeyleri hayatına taşımasının sunîlikten öte bir mânâ taşımayacağı izahtan varestedir. Mevlânâ'da vecd halinde ortaya çıkan sema, tarihin de ğişik devirlerinde vecde maruz kalan sair velilerde başka başka şekillerde tezahürü görülmüş olabilir.

Ney'e gelince: Mesnevî'nin özellikle ilk 18 beyti içinde ele alınıp, işlenen ney kavramı sadece enstrüman özelliği olan ney midir, yoksa Mevlevî müfessirlerin ifade ettiği insan-ı kamil midir? Onların beyanlarına göre "kamışlıktan koparılarak yapılan ney, her nefeste ayrı düştüğü vatanını terennüm etmektedir. İnsan da geldiği ulvî âlemin hasretini çekmektedir. Ruh beden hapsinde bu ayrılığın ızdırabını yaşamakta ve her an geldiği va tanı, koparılıp uzaklaştırıldığı yeri özlemektedir. Şu halde ney ile anlatılmak istenen, insanın bu âlemdeki var oluşunun nedenini açıklayabilecek bir şekilde, birlik ka mışından kesilmiş kendi varlığından geçmiş, gerçek var lıkla var olmuş insan yani insan-ı kâmildir."

Mevlânâ vecd ha linin gereği olarak sema yaptı, ney çaldı veya din ledi ise, onu bugünkü şekliyle bir gösteri halinde kat'iyen ele almış değildi.

Sema ve ney me selesi su-i istimale açık yönleri itibariyle, nesilden nesile intikal ederken, ma-alesef o ilk dönemdeki asliyetini koruyamamıştır. Son devirlerde müsteşrik lerin de bu işe sahip çık masıyla sema, bir gösteri ve merasim şeklinde icra edilmeye başlanmıştır. Tamamen folklorik üslup hakimdir. Vecdden uzak, maaş karşılığı bu işi yapan semazenler mevcuttur. Hele sema gösterileri (!) sırasında ney'e ilave edilen sair çalgıların Mevlânâ'nın hayatında hiç yeri olmadığı bilinen bir ger çektir.

Aslında bu hakikatler bugün icra edilen sema gösterilerine karşı olduğumuzu göstermez. O ayrı bir müzakerenin konusu olabilir. İslamî esaslar çerçevesinde bu mesele ele alınıp yeniden incelemeye tâbi tutulabilir. Bununla beraber, meselenin aslî hüviyetinin bilinmesi de gerekli olduğu kanaatine dayanarak, kısaca bu hususa temas ettik.

3- Mevlevîlik Mevlânâ'dan bu yana toplumun elit tabakasının ve kültürlü insanların mensup olduğu bir tarikattır. Konuşma dili Türkçe olmasına rağmen, Mevlânâ'nın eserlerinin birçoğunun Farsça ve bir kıs mının da Arapça olması, onu sevenlerin bu dilleri öğ renmesini gerekli kılmıştır. Ya da bu dilleri bilenler, Mevlânâ'yi takip edebilmiştir. Kaldı ki, o dönemde dev letin resmî dili Farsçaydı... Yazışmalar hep Farsça ya pılıyordu. Şairler mutasavvıflar genelde Farsçayı kul lanıyordu.

Mevlânâ daha önce de ifade ettiğimiz gibi in sanlık manasının heder edildiği, insana saygı ve hür metin hemen hiç olmadığı bir zaman diliminde dünyaya gelmiştir. Moğolların geride kan, zulüm, gözyaşı bı rakarak her tarafı bir fırtına gibi kasıp kavurması bütün hızıyla devam ediyordu. İşte bu devrede Mevlânâ, in sanlığın sevgiye, saygıya hasret olduğunu görüyor ve mihrakına insana saygı ve sevgiyi oturttuğu irşad fa aliyetlerini gerçekleştiriyordu. Yetiştirdiği talebelerine, müritlerine hep bunu salık veriyordu. Kaleme aldığı eserlerinde bunu açık ve net bir biçimde vurguluyordu. Bütün bunları yaparken, kafir-Müslüman, Yahudi-Hıristiyan ayrımına da gitmiyordu. İslâm'ın evrensel ha kikatlerini, aslında İslâm'ın da hedef kitle olarak be lirttiği bu insanlara sunmanın yollarını arıyordu. Fakat Mevlânâ bütün bunları yaparken, İslâm'dan taviz ver miyordu. O, "Ne olursan ol yine gel. Yahudi, Hıristiyan, Mecusî olsan da yine gel. Bin defa tevbeni bozmuş olsan da yine gel" derken -ki bu sözlerin Mevlânâ'ya ait ol-duğu şüphelidir- Yahudi, Hıristiyan, Mecusî olarak ka labilir, bu vasfınla İslâm içinde yer bulabilirsin demek is temiyordu. Onun Allah Rasulü'ne bağlılığı tamdı. Tefsir, fıkıh, hadis ilimlerinde müderrislik payesini elde ettiği, bu sahalarda birçok talebe yetiştirip, ülkenin dört bir ya nına resmî görevlerle tayin ettirdiğine daha önce işaret etmiştik. Bu açıdan Mevlânâ'nın bu ve benzeri söz lerinde İslâm'ın temel esaslarına zıt fikirler beyan etmesi herhalde düşünülemez.

Bakın şu sözler ona ait; "Canım tenimde olduğu müddetçe Kur’an’ın kölesiyim. Allah'ın seçkin Pey gamberi Muhammed'in yolunun toprağıyım" ve sanki bugün hakkında söylenenleri hissetmiş gibi, Mevlânâ bu beytin devamında diyor ki, "Her kim bundan başka ben den bir söz naklederse ondan şikâyetçi olurum ve o söz den de üzüntü duyarım."

Ve Mevlânâ, Efendimiz'e hitaben şunları söylüyor: "Kim, senin sofrandan başka bir sofraya giderse, bil ki şeytan, onunla bir kâseden yer.

Kim, senin komşuluğundan kaçarsa, şüphe yok ki, şeytan ona komşu olur."

‘Ey Allah'ın Elçisi, bulutsuz bir güneş gibi pey gamberliği sen tamamladın, apaydın bir hale koydun."

Ama yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, müs teşrikler ya da o zihniyete sahip insanlar Mevlânâ'da su-i istimal edilebilecek şeyleri ön plana çıkartmışlar ve bunu olağanüstü bir gayret ve çaba ile bütün dünyaya hem de çok kısa bir zamanda yaymışlardır. Öyle ki UNESCO ta rafından 1995 yılı "Mevlânâ Yılı" ilân edilmiştir. Fakat, UNESCO Mevlânâ'nın "ben O'nun yolunun toprağıyım" dediği İnsanlığın İftihar Tablosu Hz. Muhammed (sav) adına hiçbir şey yapmamıştır. Böyle olunca, bu tür or ganize faaliyetlere olumlu bir gözle bakmanın safdillik olacağı kanaati insanı sarıp sarmalıyor. "Acaba bunun al tında ne gibi fikirler var?" diye insan merak etmekten ya da araştırmaktan kendini alamıyor.

NETICE itibariyle; Mevlânâ temsil ettiği mis yonu ile günümüze kadar gelmiş devasa bir kamettir. Âlim, şair ve mutasavvıftır. Aşk, vecd istiğrak insanıdır. Ehl-i Sünnet çizgisi dışına çıkmamıştır. Devrinde İslâm davasına büyük yararlılıkları olan birisidir. Etkisi ölü münün 723. yılında dahi devam etmektedir. Fakat ar kadan gelenler onun maddî ve manevî mirasını çok iyi koruyamamıştır. Ona ait olmayan mısralar, beyitler, sanki onunmuş gibi Mesnevî'ye ya da Divan-ı Kebir'e sokulduğu iddialar arasında yer almaktadır. İnsanları "Fihi Mâfih" deki bazı görüşlerin sair eserlerde olmayıp, sonradan o eserlere sokulduğu düşüncesine itmektedir. Perde arkası çok net bilinmeyen, bilinemeyen dü şüncelerle Mevlânâ'nın su-i istimal edildiği herkesin üzerinde ittifak ettiği bir konudur. Sema gösterileri, ney ve sair çalgılar buna ilk elden örnek olarak gösterilebilir. Yine onun yanlış anlaşılıp, yanlış değerlendirilen, meselâ: "Ne olursan ol, yine gel" gibi sözleri, bu konuda örnek olabilecek hususlardandır. Bütün bu inhiraflar, Mevlânâ'yı aslî mahiyeti ile araştırıp gerçek yörüngesine oturtacak ve onu bütün dünyaya duyurup, hayata ta şıyacak insanları beklemektedir.

 

(            Yeni Ümit, 34. Sayı)

 

 

 

 

 

 

 

 

MEVLANA'DA NEFİS EĞİTİMİ

Doç. Dr. İbrahim EROĞLU   

10.02.2009

İnsanın yanlışa düşmemesi için, nefsini kötü niyet, garaz, ihtiraslar gibi kötü duygulardan arındırması gerekir. Mevlânâ’ya göre, insanın hata ve günahtan korunması için temyiz hassasını her türlü garazdan temizlemesi ve (bunu yapmaya çalışırken de) dinden yardım araması lâzımdır".1

Bir insan nefsini eğitmedikçe bakışı/görüşü düzgün olmaz; görüşü düzgün olmayınca da tespiti ve değerlendirmesi, kısaca sözleri doğru olmaz. "Bir kimsenin eğer içindeki nazarı (görüşü) eğriyse hiç şüphe yok ki onun cevabı da eğri olur. Çünkü doğru cevap vermek için kendine hakim olamaz. Meselâ bir insan kekeme olunca, ne kadar doğru konuşmak istese yine konuşamaz. Kuyumcunun altını mihenk taşına vurması altına yöneltilen bir sorudur ve altın da, ‘Ben buyum, halisim, yahut katışığım!’ diye cevap verir".2

Yanlışlara düşmemek için nefsi eğitmek gerektiği ortadadır; nefsi eğitmenin en önemli yolu da onunla mücadele etmektir. Bu hususta Mevlânâ, şu çağrıda bulunur:

Bir yürüyüş edelim de kırıp dökelim;

Şu kara yüzlü, şu kötü huylu nefsi, yok edelim gitsin!.3

Fakat bu mücâdele kolay değildir. Zira "Put kırmak kolaydır, fakat nefsi (eğitmeyi) kolay görmek cahilliktir."4 Bunun için Mevlânâ, ileride geleceği gibi, sağlam bir irade öngörür.

Nefsin hevâ ve heveslerini kır, onlardan vazgeç. Vazgeç ama önceden de kendinle bir şart koş da ahdinden dönmemeye uğraş, yoksa hastalık kalakalır sende; iyileşme imkânının da yok olur gider.5

"Vücudumuzda binlerce kurt, binlerce domuz... Temiz, pis, güzel, çirkin binlerce sıfat var"6 diyen Mevlânâ, insanda hangi huy galipse o huyun sûretine göre haşredileceğini belirtip, sözlerine devamla, insanın eğitilebilen bir varlık olduğunu şöyle dile getirmektedir.

İnsanda bir an olur kurtluk zuhur eder, bir an olur ay gibi Yusuf yüzlü bir güzel hâline gelir.

İyiliklerle kinlerle gizli bir yolda gönüllerden gönüllere gidip durmaktadır.

Hatta insandan, öküz ve eşek bile bilgi sahibi olur, akıllanır, hüner elde eder.

Serkeş at, rahvan bir hâle gelir, alışır. Ayı oynar, keçi de selâm verir.

Köpeğe insanın huyu geçer, nihayet çoban olur, av avlar yahut sürüyü korur.

Ashab-ı Kehf’in köpeğine öyle bir huy sirayet etti ki sonunda Allah’ı aramaya koyuldu.8

Nefse uymanın tehlikelerinden ve mücadele ederek onu eğitmenin imkân ve gerekliliğini Mevlânâ’ya göre, kısaca belirttikten sonra şimdi de nefsi eğitmenin yollarına geçebiliriz:

1. Nefse Uymama

Nefsi eğitmek için onun arzu ve isteklerine uymamak gerekir. Bu, nefsi eğitmenin ve onun kötülüğünden korunmanın en kestirme yoludur. Nefsi, (insanı kötülüklere karşı ayartan ve teşvik eden) şeytana benzeten Mevlânâ, yanlış yapmamak, günaha girmemek için nefse uymama üzerinde önemle durur. Ona göre, nefse uymama, heveslerden vazgeçme, her zoru açar.9

Nefse uymama, şehvet ve lezzetlere karşı direnmeyi gerektirir. Mevlânâ, nefsi eğitmede sağlam bir yol olan bu konuda şu tavsiyelerde bulunur:

Ey karnına haris olan, böylece yücel. Bunun yolu, ancak yiyeceğini değiştirmendir.

Ey kalp hastası, ilâca sarıl. Bütün tedbir, mizacı değiştirmenden ibarettir.10

Nasihatımı dinle: Ten, kuvvetli bir bağdır. Yeni istiyorsan eskiden soyun!

Dudağını yum, altın dolu avucunu aç. Ten nekesliğini bırak, cömertliği ele al.

Cömertlik, şehvetleri, lezzetleri terk etmedir. Şehvet yüzünden düşen kalmamıştır.

Bu heva ve hevesi bırakma, sapasağlam bir iptir. Bu dal, canı göğe çeker...11

Hasetçi kişilerden çok çeken Mevlânâ, eserlerinde, nefsi eğitmede, iradeyi sağlamlaştırmada haset duygusunu yenmenin önemli rol oynadığını söyler.12

Yusuflar, kardeşlerinin hilesi yüzünden kuyuya düşmüşlerdir. Çünkü o kardeşler, hasetlerinden Yusuf’u kurtlara verip dururlar.

Hasetten Mısır Yusuf’unun başına neler geldi? Bu haset, pusuya yatmış büyük bir kurttur.

Hülâsa halim Yakup, Yusuf’a bir şey yapmasın diye bu kurttan daima korkar... 13

2. Çocukluktan Kurtulma

Bu tabirle Mevlânâ, bir oyun ve eğlence (laib ve lehv)14 den ibaret olan dünyadan kurtulmayı kasteder. O, nefsin yersiz isteklerine karşı mücadele vererek onun kötülüğünden korunmak için çocukluktan kurtulmayı önerir. Çocukluktan kurtulup baliğ olmak, aşırı istek ve arzulardan sıyrılıp Allah’a yönelmekle mümkündür. O, devamla şöyle der:

Allah, "Dünya kuru bir istek, faydasız bir oyuncaktan ibarettir, siz de çocuklarsınız" dedi. Allah doğru buyurur. Oyuncağı terk etmedikçe çocuksun. Ruh arınmadıkça nasıl temiz olabilirsiniz?15

3. Zecrî Tedbirler Alma

Nefsi eğitmede zecrî (sert, zorlayıcı) tedbirler almak ve ona her istediğini yaptırmamak önemli bir yoldur. Bu konuda Mevlânâ şöyle demektedir:

Nefis, tıpkı sofistaiyye gibi kararsızdır, şüphecidir, hile ve aldatmadan yanadır.

Bunun için de o, hakîkati iknâ yoluyla değil de şiddet yoluyla (kötekle) anlar.16

4. Nefsi Öldürme

Nefsi eğitmenin önemli bir yolu, onun arzu ve isteklerini dizginlemek veya kontrol altında tutmak, tasavvuftaki deyimiyle, bu arzu ve istekleri öldürmektedir. Bu, nefsi eğitmede en kökten tedbir olarak görülmektedir. Buradaki öldürmeyi, geniş anlamıyla, "eğitme" olarak da alabiliriz. Mevlânâ, konuyla ilgili olarak şu örneği vermektedir.

Birisi, kızgınlıkla anasını hançerleyerek, döverek öldürdü.

Biri, ona "Huyunun kötülüğü yüzünden ana hakkını gözetmedin.

Çirkin herif, ananı neden öldürdün! Niye söylemiyorsun, o sana ne yaptı ki?" dedi.

Adam, "Çok ayıp bir iş işledi, ben de onu öldürdüm. Ayıbını toprak örtsün" diye cevap verdi.

Kınayan "Be adam, ananı öldüreceğine o kişiyi öldürseydin" deyince dedi ki: "Her gün başka birisini mi öldüreyim?

Onu öldürdüm, halkın kanına girmekten kurtuldum; halkın boğazını keseceğime onu boğazladım, bu daha iyi!"

O kötü huylu ana, fesadı her tarafa zâhir olan nefsindir.

Her an onun için bir azize kastedip duruyorsun; kendine gel, onu öldür!.17

Bu arada akla şu soru gelmektedir. Nefis neden öldürülmelidir? Bunun cevabını şu beyitlerde görmekteyiz:

Onun yüzünden bu güzel dünya sana dar geliyor. Onun yüzünden Allah ile de savaşıyorsun, halkla da.

Nefsini öldürürsen özür serdetmeden kurtulursun, ülkede hiçbir düşmanın olmaz.18

5. İradeyi Sağlamlaştırma

İnsanın, yanlışlara karşı koymasında, nefsin kötü arzularını frenlemesinde sağlam iradeye sahip olup, onu doğrudan/iyiden yana kullanması ve bu noktada kararlılık göstermesi oldukça önemlidir. Mevlânâ, insanın uyanık gönlünü bir muma benzetir ve binlerce âfeti taşıyan havaya (şiddetli rüzgâr ve tehlikelere) karşı onu eteğinin altında (sağlam bir irade ile) iyi korumasını ister.19

Nefsi, kişiyi yanlışlara çeker ve bazen o, doğru ile yanlış arasında kararsız da kalabilir. Bu gibi durumlarda insanın, kendisini yoldan çıkaran tabiatını dinlemeyip20 iyiden, doğrudan, haktan yana tercihlerde bulunması gerekir.

Ümitsizlik diyarına gitme, ümitler var. Karanlığa varma, güneşler var.

Gönül seni, gönül ehlinin diyarına; ten, seni su ve çamur hapsine çeker.21

Kişinin, doğru olanı kabul etmeye, iyiyi almaya kendisini zorlaması, yanlışlara karşı onu büyük ölçüde koruyacaktır. Kendisini bu şekilde yönlendirmeyen, iradesini bu şekilde kullanmayan ise, şu örnekte görüldüğü gibi, yanlışlar içerisinde kalmaya mahkum olacaktır. "... İçerden bir kabul ve tasdik eden olmadıkça, bin söz söylesen de faydası olmaz. Meselâ bir ağacın kökünden içten gelme bir nemlilik, canlılık olmasa, sen ona bin selin suyunu döksen, yine faydasızdır... Bütün âlemi nur kaplamış olsa, gözde bir nur olmadıkça, hiçbir zaman o nuru göremez..."22

6. Sabırlı Olma

Nefsin ayartıcılığına kanmamak için onu eğitirken sabırlı olma oldukça önemlidir. Mevlânâ, "...Bu yolda sabır lâzım, çekilecek mihnetlere tahammül gerek"23 demektedir. Zira sabır devâdır, genişliğin anahtarıdır ve kişiyi maksadına çabuk ulaştıran bir erdemdir.24

"Her zahmette, her meşakkatte kızar, kinlenirsen cilâlanmadan nasıl ayna olacaksın?"25 beytiyle Mevlânâ, doğruya, iyiye ve güzele yönelip onda karar kılmak ve olgunlaşmak için sabır göstermek gerektiğini vurgulamaktadır.

"Feraset sahiplerinin iştahları sabradır, onlar sabretmek isterler"26 sözüyle Mevlânâ, nefsin aceleci ve geçici taleplerine aldırmadan, ileriyi görmeye çalışanların sabırlı olduklarını ve kısa vadeli olmasa bile uzun vadede onların kazançlı çıkacaklarını belirtmektedir.

Nefsin isteklerine uymayarak anlayışlı, hoşgörülü ve yumuşak başlı olmak (ki bunların temelinde sabır yatmaktadır), insanı anlayışsız, katı ve dik başlı olmaktan daha çok başarıya ulaştırır.

İlim kılıcı, demir kılıçtan daha keskin, hatta yüzlerce ordudan daha galip, daha üstündür.27

Maksada sabırla erişilir, aceleyle değil. Sabret, doğrusunu Allah daha iyi bilir.28

Nefsin baskısından kurtularak "Sabreden göklerin üstüne yükselir"29 sözüyle Mevlânâ, sabredenin kazançlı çıkacağını ve yüceliklere ulaşacağını, bunun aksine, nefsine uyanın ise aşağıların aşağısına düşeceğini anlatmak ister.

7. Benlikten Kurtulma

Nefsi eğitmede bir önemli tedbir de kişinin hep kendisini ön plânda tutma sevdasından, gururunu öne çıkarma gayretinden uzak durmasıdır. Mevlânâ, insanın kendisine olduğundan fazla güvenerek Allah’ı devre dışı tutmasını;30 bilginlerin, kendilerini göstermek gâyesiyle, gereksiz ayrıntılara dalmalarını, kendilerini tanıma hususunda gayret göstermemelerini ve benlik sevdasına kapılmalarını31 yanlış görür. O, insanların kendi parmaklarını yalamalarını, çıbanlarını, kellerini yani yanlışlarını ve ayıplarını normal görüp başkalarınkini ise oldukça anormal görmelerini32 hiç hoş karşılamaz.

Mevlânâ, bir rubâisinde, benlikten kurtulmayı ve uygun olanı yapmayı tavsiye etmektedir. "Benlikten geçersen yüzlerce rahmet görürsün, kendine gelince de binlerce zahmet çekersin. Hep Firavun gibi sakalını tarayıp durma. Bir şey taramak istiyorsan bıyığına yaraşacak bir tarak bulmaya bak."33

"Kendini hiçe saymazsan hiçlikten kurtulamazsın"34 diyen Mevlânâ, kişinin nefsine uyarak benlik sevdasına kapılmamasının önemini ve bunun getireceği faydaları şöyle dile getirir:

Kim benliğinden kurtulursa bütün benlikler onun olur. Kendisine dost olmadığı için herkese dost kesilir.

Nakışsız bir ayna haline gelir, değer kazanır. Çünkü bütün nakışları aksettirir.35

8. Öz Eleştiride Bulunma

Nefsi eğiterek yanlışlara karşı korunmada belki de en önemli husus, kişinin kendisine eğilmesi, eksiklerini görmeye çalışması; aşırılığa, haksızlığa düşüp düşmediği konusunda nefsini sorgulamasıdır. Böyle davranmak yanlış şeyleri terk edip doğru, iyi ve güzel şeyleri edinmede kişiyi kazançlı çıkaracaktır. İnsanın önce kendini kendisine açması ve kendisini dinlemesi gerekmektedir.

Sırrını kötülerden gizlemen şaşılacak bir şey değil; şaşılacak şey kendinden de saklaman, kendinden de gizlemendir.36

İnsanın, başkalarının yanlışına–günahına bakıp üzülmeden önce kendi haline bakıp üzülmesi gerekmektedir.

Ey başkalarına ağlayan göz, gel, bir müddetçik otur da kendine ağla.37

Afsunlarla gönüller alalım deriz ama çukura düştüğümüzü görmeyiz.

Be hey kaltaban, çukura düşmüşsün, kuyudasın sen. Başkalarını bırak, kendine bak!.38

Kişinin, önce kendi ayıbını veya kusurunu görerek nefsini terbiye etmesi gerekmektedir:

- Arkadaşın, senin hakkında, "hırsızdır, doğru adam değildir, münasebetsiz hareketlerde bulunur, ahlâksızdır, lânettir, şöyledir, böyledir demektedir.

- O daima doğru söyler. Onun gibi doğru sözlü adam görmedim.

Doğru söyleme, yaratılışında vardır. Ne dese, aslı yok diyemem; kusuru üstüme alırım doğrusu.

Padişahım, olabilir ki o bende bazı ayıplar görmüştür de, ben onları kendimde görememişimdir.

Herkes, önce kendi kusurunu görseydi, hâlini ıslah etmekten gaflet eder miydi?

Halk kendisinden gafildir babam, gafil. Onun için birbirlerinin kusurunu görürler.

Ben kendi yüzümü göremem de senin yüzünü görürüm; sen de benim yüzümü görürsün.

Kendi yüzünü görmeye muktedir olanın nuru, halkın nurundan artıktır.

O ölse bile nuru bakidir. Çünkü görüşü, Allah görüşüdür.39

Bu beyitlerde de görüldüğü gibi Mevlânâ, halkın ayıbını inceden inceye görüp, bir bir eleştirip de kendi ayıbını zerre kadar görmeyeni ve kendisini eleştirmeyeni şiddetle kınar.40

Nefsi, ten evinde nazlı nazlı beslenmede; kendi başkalarına kin güdüp elini ısırmakta!41

A hayrı, şerri bilmeyen, sen kendini sına, başkasını değil!

Kendini sınadın mı, başkalarını sınamadan vazgeçersin.42

A gönül, aynada kendini eğri-büğrü gördün mü, mutlaka bu eğrilik sendedir, aynada değil; önce kendini doğrult.43

Yukarıda da değinildiği gibi, önce kişinin kendisine eğilmesi, kendi nefsini eleştirip, hata ve kusurlarından ayıklanması gerekir. Kişi kendisini doğrultunca bir çok şeyler düzelecektir.

Hükümdar, başındaki tacı eliyle düzelttikçe taç eğrilmekteydi yiğidim!

Tam sekiz kere doğrulttu, sekiz kere eğrildi... Dedi ki: Ey taç, bu ne bu? Eğrilme artık!

Taç dedi ki: Beni yüz kere doğrultsan, yine eğrilirim. Çünkü inanılır kişi, sen eğrilmedesin!.44

9. Manevî Güç Kazanma

Nefsi eğitmek, onun şerrinden emin olmak, gerçekleri görmek ve Allah sırlarına ermek için Mevlânâ’nın felsefesine göre, mânâ kapısına da başvurmak gerekmektedir:

Allah ve Hak erlerinin inâyetleri olmazsa... Melek bile olsa defteri kapkaradır.45

Mevlânâ, manevî gücün ve İlâhî inâyetin bu konuda oynadığı rolü şöyle açıklar:

Firavun’un aklı, padişahların aklından üstündü ama, Allah hükmü onu akılsız ve kör etmişti!

Bir adamın can gözünü, can kulağını Allah kapattı mı o adam Eflâtun olsa hayvanlaşır!.46

Kim Allah’dan tevfika mazhar olursa o âleme yol bulmuş, dünya işinden çıkmıştır.47

Sen istersen onu gönül vahyi farzet; gönül zaten onun nazargâhıdır. Gönül ona agâh olunca nasıl hata eder?

Ey mü’min, sen, Allah nuru ile bakar, görürsün; hatadan, yanılmadan eminsin.48

Nefse hakim olma konusunda manevî güç kazanmak için Allah’a yönelme ve O’ndan yardım dilemek gerekmektedir. Allah’a yönelen kişi, O’nun koruması altına girer, kuvvet bulur, emniyette kalır; ona güç şeyler kolay gelir. Mevlânâ, şu mektup ifadesinde gördüğümüz gibi, işin sonunda Allah’a yönelmeyi, O’na güvenmeyi ve O’ndan yardım dilemeyi talep eder. "Allah, ona da, bize de, isteklerimiz neyle gerçekleşecekse, işlerimiz neyle düzene girecekse, onu ilham etsin!"49

Kim Allah’tan tevfike mazhar olursa o âleme yol bulmuş, dünya işinden çıkmıştır.50

Manevî gücü elde etmek için mânâ kapısını dövmenin gerektiğini51 belirten Mevlânâ, nefsin aldatıcılığından kurtulmak için, Allah’a şu yalvarışta bulunur:

Ey bize güç şeyleri kolaylaştıran Allah! Bizi abes ve boş şeylerden kurtar.

Biz rızık diye gördük, halbuki imtihanmış. Bize her şeyi, olduğu gibi göster.52

Sonuç

Mevlânâ’nın, nefsi eğitme üzerinde önemle durması, ağırlıkla, onun sûfî karakterli bir düşünür oluşuna bağlanabilir.

İnsan bir çok yanlışlıklarla yüz yüzedir. Genelde o, nerelerde ve neden dolayı ve ne tip yanlışlar yaptığını kaba taslak kestirir. Fakat asıl önemli olan, bu yanlışlarını terk etmesidir. Bunları terk etmede nefse hakim olmak oldukça önemlidir. Bunu başarmak için de yapılacak ilk iş, nefsi tanımaya çalışarak, onu eğitmektir.

Nefsi eğitmenin en kestirme yolu, şehvet ve lezzetlere karşı direnerek nefsin zebunu olmamadır. Onu eğitmek için, çok sevdiği oyun ve eğlence (dünya) ye de fazla dalmamak gerekmektedir. Nefsin şerri karşısında alınacak olan en köklü tedbir, onu ‘öldürmek’ olacaktır.

Nefsi eğitmede başarılı olmak için iradeyi sağlamlaştırma en etkili ve kapsamlı bir iştir. Hatta sabırlı olma, nefsi öldürmede, çocukluktan kurtulma, özeleştiride bulunma, benlikten sıyrılma, temelde, iradeyi sağlamlaştırmanın tabiî sonuçları olarak görülebilir.

 


Dipnotlar

1 Mevlânâ, Celâleddin Rûmî, Fîhi Mâ Fîh, (Çeviren: Meliha Ülker Anbarcıoğlu), M.E.B. Yay., İstanbul, 1990, s.14. • 2 Mevlânâ, a.g.e. s. 231. • 3 Mevlânâ, Macâlis-i Seb’a (Yedi Meclis), (Çeviren ve Hazırlayan: Abdulbâki Gölpınarlı), Konya, 1965, s. 54. o4 Mevlânâ, Mesnevî, (Çeviren: Veled İzbudak), M.E.B. Yay., İstanbul, 1991, C. i, s.62, B.778. • 5 Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, (Çeviren ve Hazırlayan: Abdulbâkî Gölpınarlı), Kültür Bakanlığı Yay, Ankara. 1992, C.VII. s. 626, B. 8338. • 6 Mevnevî. C. II. s. 108. B. 1417. • 7 Mevlânâ, a.g.e. C. II. s. 108, B. 1417. • 8 Mevlânâ, a.g.e. C. II. s. 108-109. B. 1420-1425. • 9 Mevlânâ, Dîvân, C. VII, s. 626, B. 8336 • 10 Mevlânâ, Mesnevî, C. II, s. 27, B. 293-294. • 11 Mevlânâ, a.g.e. C. II, s.27, B.1270-1278. • 12 Haset konusunda bkz., Mevlânâ, Mesnevî, C. 1, s. 34-35, B. 429-439; s. 98, B. 1221; C. II, s.86; B.1126-1130; C. IV, s. 216, B. 2676-2682; C. V. S. 99-101, B. 1200-1219; Mevlânâ, Mektuplar, s. 200, Mektup: CXXXIII; Mevlânâ, Dîvân, C. I, s. 272-273, B. 2550-2555; C. II. s. 309, B. 2539-2542; C. VI, s. 305, B. 3106-3114: CVII, s. 16, B. 205-206. • 13 Mevlânâ, Mesnevî, C. II, s. 107-108, B. 1406-1410. o 14 Bu tabirler Kur’ân-ı Kerim’den alınmadır. Bkz. Hadid, 57/20; Muhammed, 47/36; Ankebût, 29/64. o 15 Mevlânâ, Mesnevî, C. I, s. 274, B. 3430-3431. • 16 Mevlânâ, a.g.e. C. II, s. 268, B. 3499-3500. • 17 Mevlânâ, a.g.e. C. II, s. 59-60, B. 776-783. • 18 Mevlânâi a.g.e. C. II, s. 60, B. 784-785. • 19 Mevlânâ, Dîvân, C. V, s. 408, B. 5425. • 20 Mevlânâ, Mesnevî, C. IV, s. 113, B. 1402. • 21 Mevlânâ, a.g.e. Mesnevî, C. I, s. 57, B. 724-725. • 22 Mevlânâ, Fîhi Mâ Fîh, s. 88-89. • 23 Mevlânâ, Mesnevî, C. IV, s. 38, B. 466. • 24 Bkz. Mevlânâ, a.g.e. , C. II, s. 391, B. 4913; C. I, s. 150-151, B. 1841. 1846, 1854. • 25 Mevlânâ, a.g.e. C. I, s. 290, B. 2980. • 26 Mevlânâ, a.g.e. C. I, s. 128, B. 1601. • 27 Mevlânâ, a.g.e. C. I, s. 318, B. 3989. • 28 Mevlânâ, a.g.e. C. I, s. 319, B. 4003. • 29 Mevlânâ, a.g.e. C. I, s. 128, B. 1602; C. VI, s. 391, B. 4913. • 30 Mevlânâ, Fîhi Mâ Fîh, s. 9. • 31 Fîhi Mâ Fîh, s. 28-29. • 32 Fîhi Mâ Fîh, s. 37. • 33 Mevlânâ, Rubâiler, (Cev.: Nuri Genç Osman), M. E. B. Yay., İstanbul, 1974, C. II, s. 306. R. 1477. • 34 Mevlânâ, Dîvân, C. V. s. 98. B. 1118. • 35 Mevlânâ, Mesnevî, C. V, s. 218, B. 2665-2666. • 36 Mevlânâ, a.g.e. C. II, s. 114, B. 1500. • 37 Mevlânâ, a.g.e. C. II, s. 37, B. 479. • 38 Mevlânâ, a.g.e. C. III, s. 181, B. 2234-2235. • 39 Mevlânâ, a.g.e. C. II, s. 67, B. 876-885. • 40 Mesnevî, C. III, s. 213, B. 2629-2630; C. IV, s. 156, B. 1918-1921. • 41 Mevlânâ, a.g.e. C. II, s. 59, B. 775. • 42 Mevlânâ, a.g.e. C. IV, s. 30, B. 367-368. • 43 Mevlânâ, Dîvân, C. V, s. 429, B. 5822. • 44 Mevlânâ, Mesnevî, C. IV, s. 155, B. 1903-1905. • 45 Mevlânâ, a.g.e. C. I, s. 150, B. 1878-1879; s. 170, B. 2122; C. IV, s. 156, B. 1922-1923. Mesnevî, C. I, s. 170, B. 2121. • 46 Mevlânâ, Mesnevî, C. IV, s. 151, B. 1854-1855. • 47 Mevlânâ, Mektuplar, (Çeviren ve Hazırlayan: Abdulbâki Gölpınarlı), İstanbul, 1963, s. 10 (Mektup III). • 48 Mevlânâ, Mesnevî, C. I, s. 170, B. 2121. • 49 Mevlânâ, Mesnevî, C. I, s. 230, B. 2870. • 50 Mevlânâ, a.g.e. C. II, s. 36, B. 466-467.

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Sorular ve cevaplar kodu namaz vakitleri

[DİNİ KODLAR] SİTENİZE NAMAZ VAKTİ kupraslıyız

 

SAAT

Şifrenizi girin
Kullanıcı:
Parola:


Web'te Türkçe

 
K

mario oyunları
=0
  MEMURLAR HABERLERİ
TAKVİM
  VATANDAŞLIK KİMLİK SORGULAMA
kimlik sorgulama

---------------

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal...
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?

Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler hakk'ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri 'toprak!' diyerek geçme, tanı:
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şuheda fışkıracak toprağı sıksan, şuheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.

Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.

O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!

Mehmet Akif Ersoy



---------------

Bugün 56620 ziyaretçikişi burdaydı!
sayaç
47911.tr.gg html kod siteleri

Klip Kodları-1Klip Kodları-2Klip Kodları-3Türk Mutfağı KoduYemek Tarifleri Kodu Yemek Tarifleri Kodu-2Peygamberler Tarihi-1Peygamberler Tarihi-2Ders izle Kodları-1Ders Kodları-2Burç Kodları-1Burç Kodları-2Padişahlar KoduSağlık KodlarıCanlı Tv KodlarıSitenize Tv KodlarıNostalji Tv KodlarıPlazma Tv KodlarıOnline Radyo KoduRüya Tabirleri KoduK.Sunal Resim KoduPara KodlarıBilgisayar Dersleri KoduKutsal Emanetler KoduHaber Arşivi KoduSondakika Haber KoduNamaz Vakitleri Koduİl il İmsakiye KoduWebmaster KodlarıTrt Kanalları KoduGünlük Gazeteler KoduKur'an Dersleri Koduİl İl Türkiye KoduResimli Şiir KodlarıŞiir Dinle KoduŞiir Dinle Kodu-2Kur'an Dersleri Koduİl İl Türkiye KoduOnline Oyun KoduE-Devlet KoduTv'de Bugün KoduGazete Oku KoduAtatürk Resim KodlarıGünlük Burç KoduLink Arşiv Kodları
WEBMASTER KODLARI========----==============--======[sitene ekle]
html kod şifreleri
WEBMASTER KODLARI-------------------------------------------------------------------sitene ekle
Klip Kodları-1
Klip Kodları-2
Klip Kodları-3
Türk Mutfağı Kodu
Yemek Tarifleri Kodu
Yemek Tarifleri Kodu-2
Peygamberler Tarihi-1
Peygamberler Tarihi-2
Ders izle Kodları-1
Ders Kodları-2
Burç Kodları-1
Burç Kodları-2
Padişahlar Kodu
Sağlık Kodları
Canlı Tv Kodları
Sitenize Tv Kodları
Nostalji Tv Kodları
Plazma Tv Kodları
Online Radyo Kodu
Rüya Tabirleri Kodu
K.Sunal Resim Kodu
Para Kodları
Bilgisayar Dersleri Kodu
Kutsal Emanetler Kodu
Haber Arşivi Kodu
Sondakika Haber Kodu
Namaz Vakitleri Kodu
İl il İmsakiye Kodu
Webmaster Kodları
Trt Kanalları Kodu
Günlük Gazeteler Kodu
Kur'an Dersleri Kodu
İl İl Türkiye Kodu
Resimli Şiir Kodları
Şiir Dinle Kodu
Şiir Dinle Kodu-2
Kur'an Dersleri Kodu
İl İl Türkiye Kodu
Online Oyun Kodu
E-Devlet Kodu
Tv'de Bugün Kodu
Gazete Oku Kodu
Atatürk Resim Kodları
Günlük Burç Kodu
Link Arşiv Kodları








GEZ VE BUL

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol