|
|
|
|
|
 |
|
 |
HADİS-İ ERBAİN
SADREDDİN-İ KONEVİ (K.S.)
ABDULKADİR AKCİCEK
2
“Bu eser HADİ-İERBAİ’dir. KIRK HADİ’tir.
Hepsinden nubuvvet kokusu gelir. MUSTAFA buğsu tuter.”
SADREDDİN-İ KONEVİ
Dış alemden cok manaya hitab eden TASAVVUFI Hadis-i Şerifleri acıklayan
Sadrettin-i Konevi (k.s.) hazretlerinden ve eseri tercume ederek bu alanda hizmet eden
Merhum Abdulkadir Akcicek beyden ALLAH razı olsun. Onlara, bu sahada hizmet
edenlere, okurlarımıza ve okurlarımızdan ahrete intikal edenlere indinden rahmet eylesin.
El Fatiha.
Naşir
Remzi GOKNAR
3
TASAVVUF
MUHTEREM KARDEŞLERİM,
Yeni eserimi takdim ederken, sizler icin faydalı eserlerime bir yenisini eklemiş
oluyorum.
Esasen, neşrine karar verip cıkardığım butun eserlerim icin, bunun dışında bir şey
duşunmem.
Ozellikle, maddenin kabardığı, mananın sonuk gorunduğu bu asırda, eserlerimin
tumune, manevi bir havanın hakim olduğu gorulur. Ki bu durum, sizlere faydalı olmaktır.
Ben, bu yolu sectim. Diğerlerini yapanlar cok. Bu sahada calışan ise... az..
Zararı yok, kıymet ve bereket azdadır. Siz okuyucularım ve ben, bu azlardan olalım..
Onların yolunu secelim. Ama şukrederek..
Zira, şukrumuz olmazsa... Azlığımızın da değeri olmaz.
Yuce ALLAH:
— ŞUKREDEN KULLARIM AZDIR.
Buyururken, azların değerini bize anlatıyor. Şukur yolunu tutanları da, zımnen ovuyor.
Burada ashabın ileri gelenlerinden İbni Abbas'ın;
— Allah'ım beni de o azlardan eyle..
Şeklinde yaptığı duayı anlatırsam, bu yolun ustunluğunu, oz olarak belirtmiş bulurum.
ALLAH ondan razı olsun.
Kanaatımca şukur, bir devam meselesidir. Bilhassa, başlanan işlere devam.. Ama,
hayırlı işlere... İsterse az olsun, Resulullah S.A. V. Efendimiz:
Amellerin hayırlısı, azı; fakat devamlı yapılanıdır.. Buyuruyor. Belki de:
Bu şekilde ki bir ibadet, hangisi olabilir.. Diye duşunecek ve sormak
istiyeceksiniz...
Hemen arz edeyim: ALLAH zikridir!.. Her hal u karda Onu unutmamaktır. Onu
anmaktır. Ama, her işte... Gelirken... Giderken... Okurken... Yazarken.. Olcerken...
Bicerken... Yani, HER AN!..
Bu gorunurde, az bir ibadettir...
O kadar ki... Yapılışı sezilmeyecek kadar...
Ne var ki, Onun EKBER'iyetini tarif imkansızdır!.
Sonra...
Unutmayınız ki!.. TASAVVUF'un hakiki manasına, ancak bu ZİKİR'le eritir.
İşte..
Bu ve diğer eserlerim, sizlere ZİKİR ve TASAVVUF'un yolunda, en buyuk
yardımcıdır.
Ozellikle TASAVVUF halini bulmak icin.
1961 yılında idi. Ankara da RAHMET YAYINLARI Kulliyatını neşre başlamıştım.
Adetim uzere, Hacı Bayram Veli Hazretlerini ziyaretten donerken, dunyadan cok,
4
Ahiret havasının estiği, diriden cok, olu sesleri duyulduğu o semtteki eskimez kitapları
satanlara uğradım.
Bir kacını gezdikten sonra, İlahiyat Kitabevi'ne girdim. O zaman sahipleri başkaydı,
şimdi değişmiş. Orada ki kitapları karıştırırken, bu eser gozume ilişti. Bu bir tesaduf değil,
tavafuktu.
Kucuk ebatta bir eserdi. Uzerinde ise şoyle yazıyor du:
- Şeyh SADREDDİN-İ KUNEVI Hazretlerinin TASAVVUFİ manada guzel bir
derlemesi, KIRK HADİS ŞERHİ.
Hicri, 1323. Miladi 1905. yılda Mısır'da basıldığı yazılıydı.
Bilhassa TASAVVUF uzerine işlenişi, ilk nazarda, dikkatimi cekti. Hemen hediyesini
takdim edip aldım.
Bu eser, bir ummandı. ama KUNEVI Hazretleri gayet mutavazi bir şekilde şoyle
anlatıyor:
— Bu eser; HADİS-İ ERBAİN'dir. - KIRK HADİS'tir. - Hepsinden, nubuvvet kokusu
gelir, MUSTAFA buğusu tuter.. Bu Hadis-i Şerifler benim virdimdi.
Hepsini bir araya getirdim, şerh ettim. Ama bu şerhim, sofiyye meşrebi uzerine oldu.
Yani, TASAVVUF..
Başarı dileğimi, yuce ALLAH'a arz ederim.
İşte bu eserin neşrini o gun programıma aldım. Ne var ki, ondan once, neşretmem
gereken birkac eser vardı. Onların en buyuğu, TABAKAT'UL KUBRA adlı eserdi. ALLAH'a
hamd olsun, bugun onun tercumesini de tamamlamış bulunuyorum.
Şimdi sıra bu eserde. Zira, yazarı hayran olduğum zatlar arasındadır.
KUNEVI Hazretleri buyuk bir zattır. İlim adamlarının bu baptaki fikirleri tamamen
musbettir. KUNEVI Hazretlerinin hayatını yazan ulema pek coktur. Ama, biz buraya onlardan
pek azını alacağız. Haliyle, başta İmam-ı Şa'ıani Hazretlerinin yazdıklarını
anlatacağız.
İmam-ı Şa'ıani Hazretleri TABAKAT'UL - KUBRA adlı eserinde şoyle anlatır:
— KUNEVI Hz. Muhiddin-i Arabi Hazretlerinin murididir. - Hatta Oğulluğu -
Fatiha tefsiri var. Hem de buyuk... muceiled.. Daha başka eserleri de var.
Altmış kusur yıl yaşadı. 672. Hicri, Miladi 1273. yılda, Konya'da vefat etti.
Bir vasiyeti vardı: Vefatından sonra, cenazesi Şam'a taşınsın ve MUHİDDİN-İ ARABI
Hazretlerinin yanına defnedilsin diye..
Bu hususta bir birlik temin edilemedi.
Bu zat da, halkın dilinden kurtulmadı. Aleyhine tertibler oldu...
Taa... Olunceye kadar. ALLAH ondan razı olsun.
KUNEVI Hazretlerinin doğum ve olum tarihleri biraz ihtilaflıdır. Biz sağlam bir kaynak
olarak, Şa'rani Hazretlerinin yazdıklarını yukarıya aldık.
Ayrıca, ihtilafları bir yana atarak, tercumesini yaptığımız bu esere eklenen hal
tercumesini de, buraya almak niyetindeyiz.
— SADREDDİN-İ KUNEVI Hazretlerinin hal tercumesi.
Cumlesi ile başlayan bu yazı, şoyle devam etmektedir:
— Kunyesi, Eb'ul- Maali olup, adı: Muhammed b. İshak'tır.
5
Halen, Osmanlı devleti idaresine bağlı bulunan, Konya'da dunyaya geldi. Sene: Hicri,
600, Miladi, 1203. yıldır.
Cocuk yaşta iken, babası vefat etti.
Muhiddin b. Arabi, Şam'dan Konya'ya geldiği zaman: KUNEVI Hazretlerinin anası ile
evlendi. Boylece Muhiddin b. Arabi, bu zatın manevi pederi oldu.
Boylece: Muhiddin b. Arabi Hazretlerinin kefaletinde buyudu, gelişti.
Oyle ki: Zahiri ilimlerde, ustun bir sima oldu. Batıni ilimlerde ise... kademi ve kıdemi
yukseldi. Unu, şanı yayıldı.
Asrının bir tanesi oldu.
Bircok fazilet timsali zatlar, bunun elinden yetişti.
Bir rivayete gore:
- Meviana Celaleddin-i Rumi, bu zattan himmet ve tarikat alanlardandır.
Şunlar eserleridir: Nusus, Hukuk, Nefahat-ı İlahiye, Mefatih'ul- Gayb, Tefsir'ul- Fatiha
ve bu Hadis-i Şeriflerin şerhi, Yani: Bu eser.
Hicri 671. Miladi 1272. yılda vefat etti.
ALLAH ondan razı olsun.
Yukarıda da işaret edildiği gibi, bu eser, dış alemden cok, manaya hitab eden Hadis-i
Şerifler uzerinde yapılan bir calışmadır. Tamamen TASAVVUF havası hakimdir.
Zira, KUNEVI Hazretleri bu esere, tamamen sunuhat-ı kalbiyesini nakşetmiştir.
Gonlune doğan ilahi ilhamları işlemiştir.
İşbu halin adı: TASAVVUF'tur.
TASAVVUF, kudsi bir tabirdir. Bazı şeyler olduğu gibi, TASAVVUF tabiri de,
zamanımızda, yalnış anlaşılmakta ve uzerinde yersiz, hatta, yakışıksız yorumlar
yapılmaktadır.
Oyle ki: Bu paye, hic ilgisi olmayanlara, hatta muarızlarına dahi yakıştırılmaya
calışmaktadır.
Bunun icin misal coktur. Ama, isim vermeye ve belli bir misal gostermeye mezun
değilim.
Ancak benim burada ki vazifem, buyuklerin dili ile, TASAVVUF manası uzerinde
durmaktır., anlatmaktır...
Burada, TASA VVUF uzerine, kendi fikrimden cok ozunu bu yola veren zatların fikrini
alacağım., anlatacağım.
Once sizlere:
- Ekmel, asrının eşsiz siması, zamanının bir tanesi, Seyyid Şerif Ali b. Muhammed
Curcani.
Kunyesi ile tanıtılan zatın, TARİFAT adlı eserinde ki TASAVVUF terimi uzerine
yaptığı şahsi tarifi ile, doğruluğuna inandığı zatlardan derlediği tarifleri dinleyelim:
Şoyle anlatıyor:
- TASAVVUF, ciddi bir yoldur. Hem de, tamamen, onda, ciddi olmayan bir şey
yoktur.
Bundan sonra, muhtelif zatların TASAVVUF uzerinde ki fikirlerini anlatmaya geciyor:
- Soylenenlere gore, TASAVVUF, ayrı ayrı aşağıda ki manaları ihtiva etmektedir:
6
TASAVVUF: Halk namına ne varsa... kalbi, onların havasına uymaktan almaktır.
Tabiat icabı, beliren huylardan ayrılmaktır.
Maddiyata karşı, kalben, sessiz ve isteksiz durmak, beşeri sıfatlardan arınmaktır.
Nefsani davalardan kacmaktır.
Ruhani vasıfları alanların derecesini bulmaktır.
Hakikate dair ilimlerle ilgilenmektir.
Ebedi aleme, ne kadar uygun ise... onu kullanmaktır.
Butun ummete nasihattir, oğuttur.
Hakikat uzerine, Allah-u Taala ile yapılan ahde vefadır.
tabi olmaktır.
TASAVVUF: Şahsi arzuları terk etmektir.
TASAVVUF: Butun gayreti sarf ederek, mabudla unsi-yeti bulmaktır.
TASAVVUF: Alıp verdiğin her nefese, dikkat ederek, onları yerinde harcamaktır.
TASAVVUF: Yersiz itirazlardan kacınmaktır.
TASAVVUF: Allah ile olan muameleyi, safaya erdirmektir. Bu işin, aslı ise, kalbi,
dunya derdinden almaktır. TASAVVUF: Emrin ve nehyin ifasında sabırdır.
TASAVVUF: Şerefli hizmet, zorlamayı bırakmak, dalma, işin guzel tarafını almaktır.
TASAVVUF: Daima hakikatleri almak, incelikler uzerine kelam etmek, halkın
elindekine goz dikmemektir.
Burada, Ebu Hasan-ı Şazitf Hazretlerin de, TASAVVUF ve TASA VVUF ehli uzerine
serd ettiği bir iki cumlesini almamız yerinde olur sanırım.
Şoyle anlatıyor:
- TASAVVUF O dur ki, Nefis, ibadet ve taat uzere terbiye edile. Bilhassa, ibadet
ahkamının icrasında o, bir yana atıla... Hatta lafı dahi edilmeye...
Devam ediyor:
- TASAVVUF ehline gelince onlar; varlığını hava boşluğunda bilirler... Yani, Mevcut
değil... Ama, YOK da değil... Bilirler ki: ALLAH katında, kendileri icin olan bilgi yeterli
dir... Otesi boştur.
Değerine binaen, Mevlana Hadimi Hazretlerinin de, TASA VVUF uzerine serd ettiği
fikrini aşağıya alıyorum, şoyle anlatıyor:
-TASAVVUF: Oyle bir ilimdir ki, batıl onun ne ardından gidebilir, ne de onune
gecebilir. Onun ne onunde bir eğrilik vardır, ne de ardında.
Butun aurnlerin ilmi, hakimlerin hikmeti bir araya gelse, onun kuruluşunda ki bir şeyi
değiştirmek dileseler... sırlarından birini bozmak isteseler... ondan hayırlısını yerine
koymayı arzu etseler... gercek şu ki: Bu arzu ve isteklerine yol bulamazlar.
Cunku o; Nubuvvet kandilinden alınmış bir nurdur. Nubuvvetin otesinde ise... Bizim
icin faydalı bir ışık alınacak yer yoktur.
Daha sonra, TASAVVUF'un şuphe izlerinden tamamen beri olduğunu anlatmak icin
şoyle diyor:
- BU TASAVVUF’un ilk şrtı
a) Kalbi, ALLAH'ı zatıdan başa herşyden temizlemektir.
b) Bunun icin anahtar ise, yine kalbi, ALLAH'ı Fikrinde istiğak haline vardımaktı.
7
c) Sonu ise... Fenafillahtır.
Evet., şanı anlatıldığı gibi olan bir TASAVVUF yolunda, nasıl şuphe izi aranır.
Buraya yazdıklarım, TASA VVUF uzerine yazılan yazıların ve yapılan tariflerin ancak
binde biri olabilir. Belki de, olamaz. Daha nice zatların, nice guzel fikirleri var ki ben ki ben
onları buraya alamadım. Onları, bu kısa onsozume, sığdurmak benim icin imkansızdır.
Amma ne kadar yazarsam yazayım, anlatılanların tafsilinden başka bir şey yapmış da
olamam.
Hemen butun buyukler, aynı şeyi soyler, aynı manayı yazarlar. Ama, haliyle her gulun
kokusu ayrıdır. Bu arada, aslı onemli olan, yazılanlar az da olsa... iyi anlayıp gereği ile
amel etmektir. Aksi halde ne soylenirse soylensin, faydasızdır.
Zira, asıl muhimi, anlatılan yollardan girip, ZİKİR TADI ile, BİR'liğe ermektir.
VAHDETİ bulmaktır.
İşbu mana, NİYAZİ-İ MISRI Hazretlerinin şu iki satırlık beytiyle cok guzel ifadesini
bulur:
Alan lezzeti birlikten, halas olur ikilikten.. Niyazi kanda baksa, hemen ol didar olur
peyda. Bunun dışında ne soylenebilir..???
İşte ben de sozumu burada tamamlerken, daha otelere aşmanız icin sizi eserle
başbaşa bırakıyorum.
ALLAH yardımcınız olsun. AMİN
Abdulkadir AKCİCEK
29 Ramazan 1389
10 Aralık 1969
BOSTANCI/İSTANBUL
8
ONSOZ
ALLAH'a hamd olsun...
Ki..o, zatı ile zatında ve zatı icin esma ve sıfat tecellileriyle tecelli eder...
Ve o, sıfatının cokluğu ile, zatı birliğinde zahir olur.
Sonra o, nimetlerinin ve iyiliklerinin zuhur yerlerinde isim ve sıfatlarının gomleklerine
burunur de gorunur.
Yine o, oyle bir zattır ki, kendi kendini gizlemiştir...
Ve... saklamıştır...
Nerede...?
Derseniz, deriz ki,
- Gayb hali tekliğinde... Hem de şanına yakışan bir gizlilikle...
Delilini istersiniz, işte onun kavli:
— Ben gizli bir hazine idim. Bilinmemi istedim.. Halkı bilinmem icin yarattım...
En kamil, en tam bir mazhar olana Allah-u Taala'dan salat...
Ki o, en faziletli ve bu fazileti umuma şamil bir tecelligahtır..
Ve o, en guzel duyan olup, keza mana kokusunu da en cok alandır..
Madde ve mana arasında, tam nailiyete eren, o olmuştur.. Madde ve mana suretine
yine haiz olan odur... Nusha-i kubra ile, nusha-i suğra'yı cami bir zAttır... Yani: Dunya ile
ukbayı temsil eden zat..
O'nun ism-i şerifi MUHAMMED'di... İşte, ALLAH-U TEALA'dan salat-u selam
dileğimiz bu zatadır...
Butun aline...
Pek keremli ve şerefli ashabına da olsun...
Şimdi kısaca derim ki:
— Bu eser: HADİS-İ ERBAİN'dir..
KIRK HADİS'tir...
Hepsinden nubuvvet buğusu tuter...
Bu Hadis-i Şerifler benim virdimdi...
Hepsini topladım, şerh ettim...
Ama bu şerhim, sofiye meşrebi uzerine oldu..
Yani: TASAVVUF..
Başarı dileğimi, yuce ALLAH'a arz ederim.
SADREDDİN-İ KONEVİ K.S
9
HADIS-I ERBAİN
Birinci
Hadis-i Şerif
RESULULLAH S.A. Efendimiz şoyle buyurdu:
— Merhametli olanlar., bunlara, Rahman olan ALLAH merhamet eyler..
Yerde olanlara merhamet ediniz ki, goktekiler de size merhamet edeler...
Manası ve tasavvufi yonden tefsiri:
— Ey cuz'i ruh... Sır ve ruhani kuvvetler...
Keder şuphesinden yana temiz olan. Rahmani damga taşıyan rahmet feyzini
sacınız..
Kimi bilir misiniz? Kendinize.. Beşeriyet vasfınızın arzına.. Yani: Bu tabii varlığınızın
toprağına..
...Ve onları cağırınız, şer'i hukumlerin esasına uymaya... Onlara muvafakata...
Tabii sıfat taşıyan resmiyetler de, manen muhalif davranmaya...
Bu işe boyle devam ediniz... Ta ki, feyyaz olan kulli ve ilahi ruhumuz: Sema
mertebesinden yukseklik getire... rıfatvere...
Bu işe boyle devam ediniz... Ta ki, feyyaz olan kulli ve ilahi ruhunuz; sema
mertebesinden yukseklik getire.. RIFAT vere..
- Neyle bunları yapar...? Derseniz:
- Rabbani varidat şimşeklerinin eseri ile... Rahmani tecellilere ait nurların doğmaları
ile...
Deriz:
Bunlar, yaptıklarınazı birer mukafattır...
Yani: Amellerinize.. Ama yararlı amellerinize..
Nasıl ki, HakTaala: Vehhab ismi hurmetine manalar feyzini ve rahmani hikmetlerini
once ruha verdi...
Ruh da sırra... Sır da kalbe... Kalb de nefse... Nefis de diğer duygulara... Onlar da
cisme...
Netice: Her kim, şefkat ve merhamet vasıflarına burunur-se... Yuce Rabbın, rahmetini
kazanmış sayılır.
Yavaş yavaş ondan gelen rahmet nesimi once ruhunu sarar.. Sonra derece derece
butun dış yapısını kaplar..
Ama dış temiz olunca... Ama şer'i hukumler onda eksiksiz tatbik edilince..
Aksi halde, gelmiş olsa dahi kacar gider...
İkinci RESULULLAH S.A. Efendimiz şoyle buyurdu:
Allah-u Teala Hazretleri her yuz yılın başında bu dini ikame edecek birini
bass eder...
Bu Hadis-i Şerifte, uc muhim mana vardır:a) Kutbiyet.,
Kunevi Hazretlerinin ifade ettiği manayı dile getirelim..
- Baas
Deniyor ki., bu da ancak ALLAH tarafından yapılır. Yani: Yalnız bu yuce ismin tecellisi
sonunda olur..
Diğer isimler, bunun tevabiidir.. Kaldı ki:
- ALLAH baas eder...
Mealine aldığımız ayette de, baas işini bizzat Allah-u Taala yapmaktadır...
Cunku: ALLAH lafza-i celali, butun isimleri camidir... Dikkat buyurulursa:
- Rahman baas eder...
Denmiyor.. Cunku Rahman da, ALLAH ismi celalinin şu-mulundedir..
Anla!.. Bu bapta hidayet eden, ALLAH'tır..
Netice: Her yuz sene başında bir muceddid gelir. Esasta değil, teferruatta onemsiz
değil, onemli değişiklikler yapar... Asrın icabına gore bazı ahkam cıkarır. Muannidlere
cevap verir. Acıklanması, kendi zamanına kalan bazı meseleleri acıklar.
Misal: İmam-ı RubbanigibL
Bu vazifeyi yapan; aynı zamanda bir Kutup'tur..
Bu yazımıza son verirken;
kısaca bir goz atalım...
Diyor ki:
(22/7)Seyyid Şerif Curcani Hazretlerinin kutbu tarifine de
- Kutb'a Gavs de denir.. Cunku o, hacet sahiplerine aynı zamanda bir
ilticagahdır.
Bu oyle bir kimsedir ki: Bulunduğu zaman da, Allah-u Taala'nın nazargahıdır...
Ve..
Allah-u Taala zatından ona en buyuk mana tıslımmı ihsan buyurmuştur.
İşbu manayı iyi anlamak icin, kendimizi ruhi bir safiyete devretmemiz gerekir..
Cenab-ı Hak feyzimizi artırsın... AMİN.
Ucuncu
Hadis-i Şerif
RESULULLAH S.A. Efendimiz şoyle buyurdu:
- Salacağınız bir ip, mutlaka sizi ALLAH'a ulaştırır...
Bu Hadis-i Şerife verilecek mana biraz uzun olacak... Şoyle ki:
kuvvetinizin ipini saldığınız zaman, mutlaka taayyunat arzının isbatında, ALLAH'a ulaşır..
Ve..
Onun mutlak şuhudunun ipi ile karışan ve Onun boyası ile boyanan bu ipin ilgisi
Cuz'i olan sufliyat taayyunatı zımnındadır.
Yani: Ulaşıp tutunacağı makam orasıdır.. Buna bir misal vermek gerekirse...
Efkar kuşlarını muşahede vasfına burunmuş olarak ulvi ve nurani alemlerin evcine
ucurduğumuz zaman elbette: Mutlak Hakkı muşahede edersiniz... Ama orada ve acıktan..
Sonra...
Bundan şu hakikati idrak edersiniz ki: Yani keşif ve muşahede nuru ile. Butun bu ulvi
sufli mertebeleri, ancak akli itibarlara goredir.. Bir de vehmi nisbetlere.
Cunku, varlığın tumu o atayyun halinde oian mutlak vu-cuddur..
İşbu taayyun hali ise iki şekilde olur:
a) Ulvi ve nurani..
b) Sufli ve zulmani..
Duşun: Ondan gayrı TEK varlık yoktur...
Abadandan ote bir karye yoktur.
— Şehadet mertebesine gecen insanlık nurunun eli ile, makul nazari olan fikri
Dorduncu
Hadis-i Şerif
RESULULLAH S.A. Efendimiz şoyle buyurdu:
-Her kim ALLAH icin olursa.. ALLAH onun icin olur..
Hadis-i Şerifin metin tercumesi, yukarıda ki msaiden ibarettir.. Yani: Zahiri acıdan...
12
Bunun manevi bir tercumesi vardır ki, onu hulasa oiarak aşağıya alacağız..
Şoyle ki:
Bir kul, benliğinden fena bulur; anını zamanını bir yana atarsa... Varlığı, mevhum
nefsine izafe etmekten gecerse.. Hak Taala ona; kayıtsız şartsız tecelli eder.
Bir başka mana daha:
Her kim, fiiller, sıfat ve zat yonuyle fenafillah mertebesine ererse... Onun mazharında,
İsm-i Azam zuhur eder.. Zat, sıfat ve esma efa! olarak.
Bu manada bir şiir:
Fenaya er, sonra fena bul, sonra fena bul,
Bekaye er, sonra beka bul, sonra beka bul..
Hulasa:
Fena hali mertebelerinin her biri beka makamına varmayı gerektirir.
Bir şiir daha:
Fenadan da fena bul, arzun beka ise eğer,
Boylece, bu onemsiz şey, beka bulurmuş meğer..
Beşinci
Hadis-i Şerif
RESULULLAH S.A. Efendimiz şoyle buyurdu:
Yuceliğine yuce, mubarekliğine mubarek ALLAH, dunya semasına nuzul
tecellisi eyler ve buyurur:
Yok mu tevbe eden..? Ki, onun tevbesini kabul edeyim..
Hani duacı..? Ki, onun duasına icabet edeyim..
Bağış talebinde bulunan yok mu..? Ki, onu da bağışlayayım..
Hadis-i Şerifin Tercumesi, kısaca yukarıda arz edildiği gibidir. Ama, onun bir manası
var ki, hic de buna benzemez, ic acan., gonul ferahlatan... goz aydınlatan..
Aşağıda ki cumlelerde, o manayı bulacaksınız..
Bilmelisin...
Yuce ALLAH'ın nuzulu, bir başkadır.. Ki onun adına:
- Ruhani.. Nurani... Manevi...
Denir.. Sonra..
İşbu nuzul tecellisi: Ozellikle isimlerin hukumlerini, izlerini yer ve sema boşluğu
alanında zuhurlarını gostermekten ibarettir.
Keza: Cumle vadileri, alabildiğine onden sona boylece doldurmaktır.
Unutulmamalı ki:
Butun bu zuhurlar, yani sema boşluğunda rneydanagelen zuhurlar... Ama ne olursa
olsun..
İster hakikat, hakikat babından tumden oisun..
13
İsterse, bunlar: Gizli, saklı yaratılış yonu ile incelikleri ve remizleri taşısın:
Hemen hepsi, lafızlarla ve harflerle tahakkuk edip bir gercek olduğunu gosterir...
Butun bu olanlar, ehadiyeti makamından coşarak gelir. Oyie bir gizli gecede ki ona:
— Ben gizii bir hazine idim..
Mealine gelen, Kudsi Hadisi ile işaret edilir... Evet...
Yuce ALLAH daima tecellisini ve zuhurunu meydana getirir.. Ama, vahidiyeti
makamında... Ve.. Oyle bir alemde ki ona:
- Bilinmemi istedim... Halkı o sebeple yarattım..
edilmektedir...
Biz, başta anlatılan ve mevzuumuz olan Hadis-i Şerife tekrar donelim...
Ozellikle, Allah-u Taala'nın o kelamı buyurma şekli uzerinde duracak, ondaki daha
başka manaları da anlatacağız..
Şuphesiz, Allah-u Taala'nın kelamı, bir beşer kelamına benzemez..
-O halde nasıl...?
Diye soracaksınız..
İşbu sorunuzun cevabını, aşağıda bulacaksınız..
Şoyle ki:
Allah-u Taala, ezeli ve ebedi bir kelamla konuşmaktadır.. Amma, şekilsiz..
Harfin ve sesin verdiği şekilden yana munezzeh.. Ne bir semt var, ne de bir zarf..
Şimdi, yukarıda ki cumleleri biraz şerh edelim.. Yani: Mevzumuz olan Hadis-i Şerifi..
Allah-u Taala:
Kudsi Hadisi ile işaret
- Yok mu tevbe eden?..
Buyurdu.. Bundan anlatılmak istenen mana şudur:
Nefis makamında iken... ve onun sıfatlarını takınmış iken., tabiatının gereği olan
aykırılıkları bırakıp şer'i uyarlığa donen yok mu?.. Evet!.. Boyle biri yok mu ki:
Tevbesini kabul edeyim..
Bu cumledeyse.. şu mana anlatılır:
- Evet... hani o kimse ki; nefsinin tabii aykırılıklarını bırakıp şer'i uyarlığa doner..
..Ve onun boyle yapmasının bir sonucu olarak ben de, ilahi isimlerin nurları tecellisi
yolu ile, ona doneyim.. Lahuti sıfatlarla onayoneleyim...
Şimdi, ikinci cumleye geciyoruz..
Burada, Allah-u Taala, şoyle buyurdu:
- Hani duacı?..
Bunda aranacak mana şudur:
- Nerede o talip..? Amma, rahmet feyzime hak kazanan talip., bir de şefkat fazlıma
hak kazanan..
Amma, bu talep ve hak kazanmak: Kalb ve onun sıfatları makamında olacak..
Evet., hani boyle bir talip ve boyle bir duacı..?
- Ki, onun duasına icabet edeyim..
Bunda anlatılması arzu edilen mana da şudur:
- İsimlere has tecelli aydınlığı ile, onu aydınlatayım.. Sıfat inişlerimin şimşekleri ile
14
ona gorleyelim..
Ve., onun sonradan olma ve yaratılma sıfatlarını ifna edeyim..
İşbu sıfatlar, Hakka has hakiki sıfatların beka yuzune arız olmuşlardır...
Şimdi de, ucuncu cumlenin acıklamasına gecelim: Allah-u Taala, şoyle buyuruyor:
- Bağış talebinde bulunan yok mu?..
Bunun manası, şoyle anlatılabilir:
- Bilhassa, ruh ve sır makamında., ortulmeyi ve kapanmayı, gizlenip saklanmayı
isteyen yok mu..?
Evet... boyle bir talebi olan yok mu ki; kibriya ortumle orteyim.. Azamet izarımla onu
saklayayım..
Evet., butun bunları, zati isimlerimden gelen tecellilerle yapayım..
Boylece onu: izafet yolu ile gelen zamandan ve izafet yolu ile kendisinde bulunan
benlikten kurtarayım..
Butun bunlardan sonradır ki o: Hakiki varlığımdan bir varlık aleminde tahakkuk eder..
Yine bundan sonradır ki o: Ortulmuş olur..
Yani: Benimle.. İsimlerimle.. Sıfatlarımla.. Fiillerimle..
Ozellikle taayyun icliğinden ve onun uzerine gecen, takyid kaftanından..
Anlatılan ortunme hallerinin yerleri ve belli makamları vardır..
Mesela:
- Fiillerimle..
Denirken, bu durum, nefis makamı ile sıfatlarında olmaktadır..
- İsimlerimle..
Denirken de., kalb ve sıfatlarında olacak setir işine işaret edilir..
-Benimle..
Denirken ise..şuphesiz zata gecilir.. Bunun kapadığı yerler ise., sır ve ondan hasıl
olan esrardır..
Şimdi, işin sonuna geliyoruz..
Butun bu işlerden sonra, olacakları, ondan duymaya calışacağız.
Yuce ALLAH, bize şu manayı anlatmak istiyor:
- .. Ve sen, baki kalırsın... Ama, sensiz olarak.. Ve., sen, ben olursun.
Sonra... ben, sen olurum... Sen dahi bensin.. Hasılı: Her şey onda ve o olur...
Yukarıdan beri anlatılan manaların tumune şu Ayet-i Kerime ile işaret edildi:
- Gercekten ben, cook cok bağışlayanım.. Amma tevbe edeni., iman edip yarar
iş yapanı..
İşbu manalardan Allah-u Taala'ya kavuşmayı anla...
... Ve bereket bul...
(20/82)
15
Altıncı
Hadis-i Şerif
RESULULLAH S.A. Efendimiz şoyle buyurdu:
- O mu'min ki: İnsanlar arasına girer, ve onların eziyetlerine sabreder, bu, o
muminden hayırlıdır ki: İnsanlar arasına giremez ve eziyetlerine sabredemez..
Bu Hadis-i Şerifte, ozel olarak İnsan-ı Kamil'e işaret edilir. Hulasa, bu Hadis-i Şerifte,
belirtilen mana şudur:
- Tam ve kamil insanın, manaya talib olan Muslumanlar arasına girmesi, yalnız kalıp
onlara karışmamasından hayırlıdır.,
Halk arasına karışmamak, daha ziyade, meczub vasfını taşıyan saliklere has bir
haldir..
Ama, bu meczub salik de, kendisinden hic birşey hasıl olmayan salikten hayırladır..
Keza kendisinde, hicbir zuhurat olmayan meczubdan fazilet itibarı ile daha değerlidir..
Yedinci
Hadis-i Şerif
RESULULLAH S.A. Efendimiz şoyle buyurdu:
- Şayet Hakkı tam manası ile bilseydiniz: Su uzerinde yururdunuz, dağlar
sizinle kayardı...
Ozellikle bu Hadis-i Şerifte, fena bulma haline işaret edilmektedir..
Kısaca, anlatılmak istenen mana şudur:
- Eğer Hakk'ın varlığında, fani olup onunla beka bulsaydınız, elbette, herşeye karşı
bir tasarruf sahibi olurdunuz..
Ozellikle icad ve yok etme babında... Amma her iki ulkede: Afakta ve Enfuste.. Yani:
Hem batıni alemde, hem de zahiri alemde..
Sekizinci
Hadis-i Şerif
RESULULLAH S.A. Efendimiz şoyle buyurdu:
- Hemen herkes, dunyadan susuz olarak cıkar.. Ancak:
- Rahman Rahim ALLAH adı ile ...
Diyenler haric...
Burada, yuce Hakk'ın ilahi ismi ile kaim olmaya işaret edilmektedir.
16
Boyle bir hale eren; sonunda, Hakk'ın bir halifesi olmuş olur.
Hem de, butun sıfatlardı.. Hatta, halikıyet, razikıyet ve ka-diriyet sıfatlarında da..
Şimdi, bu Hadis-i Şerifin biraz şerhini yapalım... Ve., burada, bize anlatılmak istenen
mana uzerine biraz soz edelim..
Şoyle ki: Her noksan olan, kemal derecesine yonelmek zorundadır..
Ta ki: Onu bile...
Şayet onu bilmiyorsa., hakiki kemali bulamaz..
Ama, hem celal tarafında ki sıfatları ile., hem de, cemal tarafında ki sıfatları ile..
Dokuzuncu
Hadis-i Şerif
RESULULLAH S.A. Efendimiz, Allah-u Taala'dana hikaye yolu ile şoyle
anlatıyor:
— Eğer Ademoğlunun, iki dere dolusu altını olsa; ucuncusunu arzular...
AdemoğEunun boşluğunu, ancak toprak doldurur..
Manasından da anlaşıldığı gibi, bu Kudsi bir Hadis-i Şeriftir..
Bu Hadis-i Şerifin şerhini yapmak istediğimiz zaman şoyle anlatabiliriz:
- Bir kalb icin iki vadi olsa...işbu iki vadiy, ruhun ve nefsin vadileridir..
... Ve bunlar, ledunni ilimlerin altını ile dolsa.. mutlaka, ucuncu bir vadinin de
dolmasını ister..
Cunku, onun istidadı vardır... Ozellikle ilahi feyzi kabul etme babında..
Bir de.. Evet bir de; Feyiz veren zatta hakikati bulması babında..
Bir de.. Evet bir de: Verilen feyizle hakikata kavuşmak uzerine..
Burada, bilhassa, Ademoğlunun gozunu doyuran şeyin, toprak olarak
anlatılmasından murad: Zul haline varan bir fena halini bulmaktır...
Ozellikle burada: Fani bir varlığın izzet burcundan zillet en-ginene duşmesine işaret
vardır..
Buraya kadar anlatılan manaları, şu Ayet-i Kerime'nin ozlu manasına bağlamak icab
eder:
Mirası, helal haram demeyip alabildiğinize yersiniz.. Malı da, pek cok
seversiniz...
(89/19-20)
Onuncu
Hadis-i Şerif
RESULULLAH S.A. Efendimiz şoyle buyurdu:
— Allah-u Taala, bir kulu severse., onu ceşitli denemelere tabi tutar.
Yani: İptiiaya uğratır..
17
Kul, o iptilalara sabrettiği takdirde, ona ustunluk vererek sever..
Şayet şukur yoluna girerse., bu sefer onu, zatına secer..
Bu Hadis-i Şerifle anlatılması istenen mana şudur:
-Allah-u Taala, bir kulu severse., onu fena hali denemelerine sokar..
Bundan sonra, fenadan da, fena haline gecirir..
Daha sonra, Fena halini de kaldırır; beka makamına vardırır..
İşbu manaya şu Ayet-i Kerime ile işaret edilmektedir:
Allah-u Taala, muminlerin mallarını ve canlarını satın aldı.. Ki onlara: Cennet
vardır..
(9/111)
Onbirinci
Hadis-i Şerif
RESULULLAH S.A. Efendimiz şoyle buyurdu:
— Şu hacmi, iki KULLE'yi (*) aşınca, artık pislik taşımaz..
Bu Hadis-i Şerife şoyle bir mana verebiliriz:
- Bir irfan sahibi, zata has olan şehadet makamına yerleşirse... gerek esma, gerekse,
sıfatların muşahedesi, ona perde olamaz...
Ol sebepten ki: Allah-u Taala, bu manayı bize şoyle anlatır:
Onlar kotuluğu iyilikle savarlar...
defederler... En iyi bilen ve en iyi hukmu veren Allah-u Taala'dır..
(13/22) Yani: Yapılan iyilikle, kir darlığını
(*) KULLE: Burada buyuk kup manasınadır.. Ki iki yuz elli rıtıl su alır... Her rıtıl ise, yuz otuz
dirhemdir...
Onikinci
Hadis-i Şerif
RESULULLAH S.A. Efendimiz şoyle buyurdu:
- Allah-u Taala, Adem'i kendi sureti uzerine yarattı...
Bu Hadis-i Şerife verilecek mana şudur:
- Allah-u Taala, Adem'i; yani: İnsan ceşidi suretini, zatına bir ayna kıldı... Sıfatlarına
da mazhar... Fiillerine de tecelligah...
Ta ki: Onda zuhura gele...
Butun bu manalara, tum olarak şu Ayet-i Kerime işaret eder:
Vaktaki, Rabbın Meleklere:
- Ben, yeryuzunde bir halife yaratacağım... Dedi..
Azim olan ALLAH daima doğruyu anlatır... soyler..
(2/31)
18
Onucuncu
Hadis-i Şerif
RESULULLAH S.A. Efendimiz, Rabbından naklen şoyle anlatıyor:
- İhlas sırrımdan bir sırdı...
Onu: Kullarımdan sevdiğimin kalbine bir vedia olarak bıraktım
Gorulduğu gibi; bu kudsi bir Hadis-i Şeriftir. Buna şu şekilde bir mana vermek
mumkundur:
- İhlas varlık sırrımdan bir sırdır...
Amma, bu taayyunatla kapalı olan varlığımın sırrından...
Sevdiğimin kalbinde onunla tecelli ederim...
Ve onu: Varlığımla fani kılarım...
O kadar ki: Benden başkası onu bilemez; onun haline muttali olamaz...
Hatta bunu kendisi de bilemez...
Yani: İhlas sahibi... Cunku o, ihlasla o kadar ileri gitmiştir ki: itilasını da unutmuştur...
Hatta, kendisi ile ihlasa gecilen şeye nisbet edilen ihlastan yana da fena halini
bulmuştur...
Ve o: Mutlak Hakkın muşahedesine, o kadar gecmiştir ki; vahdetten de, kesretten de
olmuştur...
Cook cok otelere varmıştır...
En iyi bilen Allah-u Taala'dır...
Ondorduncu
Hadis-i Şerif
RESULULLAH S.A. Efendimiz, Rabbından naklen şoyle anlatıyor:
- Allah-u Taala şoyle buyurdu:
- O kimse ki:
a) Kazama rıza gostermez..
b) Belama sabretmez...
c) Nimetlerime de, şukretmez..
Artık varsın; benden başka bir Rabb arasın...
Gorulduğu gibi, bu da kudsi bir Hadis-i Şeriftir...
Bunun manasını anlatmaya şu yoldan girebiliriz:
- Mutlak rububiyetim; nimetlerin ve belaların bir arada bulunmasını icab ettirir...
Ta ki: Zıd isimleri ve birbirine benzeyen sıfatların rağmına: Zatım tam kemali ile
zuhura gelsin...
Durum boyle olunca: Her kim bu zıdlara razı olursa... zatıma nail olur, ben de onun
Rabbı olurum...
19
...Ve her kim ki: Onlara razı olmaz; ben, onun Rabbı değilim...
Sebebine gelince: O, bir vasfa bağlı kalmaktadır; diğerini de atmaktadır... Bir hukme
tabi olmakta; diğerini de kabul etmemektedir...
Halbuki ben: Butun vasflan cami bulunmaktayım... Butun incelikleri ile, cumle
hukumleri muştemil bulunmaktayım...
Cunku, zatım, butun acık hakilatleri ihata etmektedir... Hatta, ceşitli yaratılışları da...
İşbu manayı,şu Ayet-i Kerime gayet acık bir şekilde anlatır:
EVVEL O dur, AHİR O dur, Zahir O dur... Batın O dur..
(57/3)
Yuce Allah'ın kelamı, daima sadakat damgasını taşır..
Onbeşinci
Hadis-i Şerif
RESULULLAH S.A. Efendimiz, Allah-uTaala'dan naklen şoyle anlatıyor:
- Allah-u Taala şoyle buyurdu:
- Ey Ademoğlu, hasta oldum; ziyaretime gelmedin... Ademoğlu sordu:
— Ya Rabbi, sen alemlerin Rabbısın... Seni nasıl ziyaret edeyim?..
Allah-u Taala buyurdu:
— Bilmiyor musun? falan kulum hasta oldu... Amma, sen onu ziyaret etmedin...
Eğer onu ziyaret etseydin; beni yanında bulacaktın...
Allah-u Taala devamla buyurdu:
— Ey Ademoğlu, senden yemekle doyurulmamı istedim, ama sen beni
doyurmadın...
Ademoğlu sordu:
— Ya Rabbi, seni nasıl yemekle doyurayım?.. Cunku sen alemlerin Rabbısın...
Allah-u Taala anlattı:
— Falan kulum, senden su istedi; vermedin... Ona su verseydin, beni yanında
bulacaktın... bunu anlayamadın mı..?
Gorulduğu gibi, bu da Kudsi bir Hadis-i Şeriftir... Mana kapısını, şu şekilde,
aralayabiliriz...
— Ey Ademoğlu..
Şeklinde yapılan hitap ruhadır... Bu ruh ise... kalbdir. Bilhassa nefsani perde ile
perdelenen kalb...
İşbu kalbe, şoyle hitab edilmektedir:
— Ben, belli bir zuhur yerine tecelli ettim... Zuhura geldim orada...
Yine belli bir taayyunde de aynı şekilde tecelli ettim; zuhur eyledim...
Fakat, bu has zuhurla perdelendim; gizlendim...
Ozellikle mutlak hakikatimi muşahede edilmeden yana sakladım.. Belli bir şekle
girmekten ve bir kayda sığmaktan yana kendimi kapadım...
20
Butun bu işler, bu belli taayyunun ozunde oldu...
Gel gor ki sen; Bu taayyunu, bilmedin ki o: Mutlak hakikatimin aynıdır.
Burada:
— Ya Rabbi, sen alemlerin Rabbısın. Seni nasıl ziyaret edeyim?.
Cumlesi, bir başka mana taşır; onu da burada anlatmak icab eder...
Şu demektir:
— Belli bir surette seni nasıl muşahede edebilirim..? Bil hassa, keyfiyeti ve şekli olan
bir şeyde...
Halbuki sen, bu gozle gorulen alemlerin suretine inhisar etmekten ve belli bir şekil
almaktan yana munezzehsin...
— Bilmiyor musun..?
Kelimeleri ile başlayan cumleye verilecek mana ise... şu şekilde olur:
Sen, şoyle bir marifete sahib olmadın mı ki: Mutlak varlığım, her taayyunde, yani
goze gelen her belli şeyde vardır...
Sonra., taayyun halini, her mutlak olan mana taşır...
Halbuki sen, anlatıldığı gibi, kendinde bir irfana sahib olmadın...
Sonra, bilmedin ki: O hasta kulun hakikati, hakikatimin aynıdır...
Zira, onda zahir olan benim...
İşbu zuhurun belli bir mana şekli şoyle olabilir: ismin, isim verilene nisbeti gibi...
Ki bu: O hasta kulun hakikatıma nisbeti babında bir misaldir...benzetmedir...
Kaldı ki: İsim musammaya gore ayrı değil; aynıdır... Yukarıda ki acıklama nazara
alınarak:
— Bilmiyor musun?.
Şeklinde gelen cumlenin devamı olan:
— Eğer onu ziyaret etseydin, beni yanında bulacaktın...
Cumlesine de, bir başka mana vermek icab eder... Şoyle ki:
—Durum yukarıda anlatıldığı gibi olunca, anlayamadın ki: Mutlak varlığım, onun izafi
varlığında, seyrini tamamlamaktadır... Onu zuhura getirmektedir...
Yukarıda anlatılan manaların tumune, şu Ayet-i Kerime işaret etmektedir:
— Onlar ki kafirdirler. Amelleri, collerde gorulen ve susuz tarafından, su
sanılan seraba benzer...
Mevzuumuz olan Hadis-i Şerifin, hepsini burada acıklayamadık..,
Amma, kendisi ile bir kıyas yapılacak kadarını acıkladık... Kaldı ki: Bir kıyas usulu de
vardır... Kalanı da buna gore var kıyas eyle...
(24/39)
Onaltıncı
Hadis-i Şerif
RESULULLAH S.A. Efendimiz, Rabbından naklen şoyle anlatıyor:
- İsmi aziz ve celil olan yuce Allah-u Taala şoyle buyurdu:
21
- Kulum bana kavuşmayı severse... ben de ona kavuşmayı severim...
Ama...
Bana kavuşmayı sevmeyince; ben de ona kavuşmayı sevmem...
Anlaşıldığı uzere, bu da Kudsi bir Hadis-i Şeriftir..
Şimdi, manasına gecelim:
Bilesin ki: Yolculuk iki şekilde olmaktadır:
a) Bu buyuk alemde ki yolculuk...
b) Enfusi olan kucuk alemde ki yolculuk...
Bu buyuk alemde yapılacak yolculuk icin, binek hayvanına, ya da başka bir vasıtaya
ihtiyac vardır...
Keza, enfusi olan kucuk alemde de binek hayvanına, ya da diğer vasıtaya ihtiyac
vardır...
Ne var ki: Bu kucuk alemdeki vasıta, ancak zati mahabetten değil... Yalnız zata
mahabbet...
İşbu manaya;
— Kulum severse...
Cumlesi işaret etmektedir... Yani:
— Kul, bana kavuşmayı, hakiki muşahedemi severse...
Demektir...
İşbu durum, yani: Hakiki muşahedem, onun izafi ve mecazi varlığından sıyrılmasına
bağlıdır,..
Bundan sonradır ki: Mahabbet burakına biner...Şevk kamcısını alır... Aşk vadisine
gecer...
Boylece, nice sırlar mesafeyi kat eder...
...Ve parlak bir menzile varır... Ki bu fena varlığın erimesidir... bitmesidir...
İşte,, o kul, bu hali bulduktan sonradır ki, Allah-u Taala onunla karşılaşmayı sever...
Zati, hakiki mevcudiyeti ile ona tecelli eder...
Ki bu tecelli: Fena haline gectikten sonra, onun beka makamını bulmasıdır...
İşbu makam,onun fena haline gecmesine bir mukafat olarak yapılır...
Hadisi Şerifin, anlatılan kısmın zıddı olan ikinci kısmına gelince... onu da, şu şekilde
anlatmak mumkundur:
— Kul, hayvani arzularına dalıp helake gitmesi sebebi ile, bana kavuşmayı
istemezse... ben de ona kavuşmayı istemem...
Yani: Tecelli etmemekle... Bilhassa, zati bir tecelli etmemekle...
Boylece o: Tabii olan şehvet deryasına batar gider... Hay-vaniyet unsuru vadisinde
helak olur...
Bu kudsi Hadis icin, bir başka acıdan şoyle bir şerh yapmak icab eder...
Şu mana anlatılmak istenmektedir:
- Kamil ve kullukta tahakkuk eden bir kul, zatımın, sıfatımın ve fiillerimin
muşahedesini isterse... sıfatımın fenası zımnında, zatımı muşahede ile onu severim...
Zatımın sıfatımın ve fiillerimin bekası ile de onu severim...
22
Şayet o istemezse... ben de istemem...
Ama, bu istememek tard ve yukarıda anlatılan mananın aksi olarak tecelli eder...
Sonucu, bir iki cumle ile bağlayalım: Şoyle ki:
- Şayet bir kul, ozunde hayır bulursa... Allah'a hamd etsin...
Şayet şer bulduysa... o zaman da, yalnız nefsini ayıplasın...
Sebebine gelince: Butun bu haller, Allah-u Taala'nın o kulunu sevmesi, ya da
sevmemesi babında birer delildir... İşaretti... alamettir...
En iyi bilen, en iyi hukmu veren ALLAH'tır...
Onyedinci
Hadis-i Şerif
RESULULLAH S.A. Efendimiz, Rabbından naklen şoyle anlatıyor:
- Allah-u Taala şoyle buyurdu:
- Ben, uğrumda, kalbleri kırık olanların yanındayım.
Gorulduğu gibi, bu da bir kudsi Hadis-i Şeriftir... Manasına gelince, şoyle almak icab
eder:
— Bizzat ben, esma ve sıfatla, zatından, sıfatından ve efalinden gecip fena haline
yıkılıp gelene tecelli edenim...
Boylece, onun beka makamında tahakkuk edebilmesi icin bir gozetici muşahid
olurum...
Bir bakıma onun kefili olurum.. Cunku o, fena haline gecmiştir... Fena haline gecen
ise., her şeyi bir yana atar., dağınık olur; toparlanamaz...
Baka makamına cıkamaz; fena denizinde boğulur... Orada helak olur. O kadar ki,
istidadının zafiyeti icabı, sahile de donemez... Meczublar sınıfına girer... Bir turlu beka
makamına cıkamaz...
Şimdi:
— Uğrumda
Kelimesini biraz acalım... Ki bu:
— Bende beka bulmak... Manasına alınmalıdır...
Sebebine gelince... bizzat fena aranan bir şey değildir... Esasen, matlub olan beka
makamıdır...
Ne var ki: Bunda tahakkuk olamaz... O olmadan imkansızdır...
Bir irfan sahibi, bu manaya, şu şiiri ile işaret eder:
Bir koşe vuslat koşesi olamaz heyhat,
Sadık dahi olsan... ki, sende varsa hayat.
23
Onsekizinci
Hadis-i Şerif
RESULULLAH S.A. Efendimiz, Allah-uTaala'dan naklen şoyle anlatıyor:
- Allah-u Taala şoyle buyurdu:
- Kıyamet gunu ben, şu uc zumrenin hasmıyım:
a) Bir kimse ki: Kendisine ihsan ettim, ama o zulmetti...
b) Bir kimse ki: Bir huru sattı, parasını da yedi..
c) Bir kimse ki: İşci tuttu. Ondan istifade etti. Amma ucretini odemedi..
Bu da, kudsi bir Hadis-i Şeriftir...
Manasını, aşağıda ki şekilde anlatabiliriz... Şoyle buyurmaktadır:
— Bir kimse ki; kendisine ihsan ettim ama o zulmetti...
Bu cumlenin mana derinliğinde, şu cumleler saklıdır:
— Ben ona varlık verdim... Ta ki: Varlığımın mazharı, yani: Zuhur yeri ola...
Fakat o: Benim belli sebeb icin verdiğim varlığı, kendisine mal etti... İddiası bu yolda
oldu... Tıpkı, Firavun'un:
Ben sizin yuce Rabbınızım...
Dediği gibi...
Şimdi, b) bendine gelelim:
(79/24)
— Bir kimse ki: Huru sattı; parasını da yedi..
Bu da şu manayadır:
— Bir kimse vardır... Kalb nurunu nefsin zulmetinden kurtardı.. Ceşitli taatle meşgul
oldu... Yuce makamlara cıktı... ve ustun mertebelere erdi.
Sonra, gerisin geri dondu... Şoyle ki:
Kalbin nurundan cıktı... Nefsin karanlık yuvasını gecti... onun yuluna girdi...
İşbu mana, şu Ayet-i Kerime ile anlatılır:
Onlar ki, kafir oldular; dostları putlardır... Onları nurdan zulmete gecirir...
Bunlar, Cehennem ehlidir. Orada sonuna kadar kalacaklardır...
Anlatılan halin sonundadır ki o: Amellerine aldandı... Şehvet afetlerinin iptilasını
uğradı...
Mal ve şohret sıkıntısına carpıldı...
İşbu hal uzerinedir ki: Nefsin hur başı, hurluğunu yitirir; boynuna yersiz istekler zinciri
gecer... bağlanır...
İşte... bundan sonradır ki: Nefsin hurriyetini, gorsunler ve işitsinler pahasına satmış
olur...
Bu, kudsi bir mana taşıyan Hadis-i Şerifin bir başka yonden şerhini yapmak
gerekecek...
Adeta, Allah-u Taala, şoyle buyuruyor:
- Bir kimse ki: Mutlak varlığı muşahede etmeden, varlıkta bir yer iddiasında bulunur,..
Nefis de, gorsunler işitsinler dileği ve isteği ile kabarır...
(2/288)
24
Zuhre karşı bir arzu duyarak, vera' haline sahib olarak ta-attan da, yine nefsin yersiz
istekleri icin bir yardım payı cıkarırsa... Ve nefse, ancak hak ettiği kadarını vermezse...
Evet, boyle olan bir kimsenin; her şeyin ayrıldığı, ceza gunu geldiği vakit, ben onun
hasmı olurum...
En iyi bilen Allah-u Taala'dır...
Ondokuzuncu
Hadis-i Şerif
RESULULLAH S.A. Efendimiz, Allah-u Taala'dan naklen şoyle anlatıyor:
-Allah-u Taala şoyle buyurdu:
- Herkim benim veli kuluma duşman olursa... Bana, harb acmış olur...
Bilesin ki: İlahi isimlerden her birinin karşılık benzerleri vardır...
Mesela: Rahim, Kahhar ve Latif isimleri gibi...
İsimlerin durumu boyle olduğu gibi, o isimlere mazhar olanların durumu da budur...
Mesela: Evliya ile, onların zıdları olan adalar... duşmanlar...
Veliler: Cemal, Latif, Lutuf ve sağlık yemin isimlerinin mazharlarıdır...
Duşmanlar ise... Celal, Kahir ve sol - şimal-, isimlerinin mazharlarıdır...
Ayrıca: Her iki kelime arasında da, zıdlık ve duşmanlık vardır...
Şimdi:
— Bana, harb acmış olur..
Cumlesi uzerinde duralım... Bu, su demektir:
— O, nefsini bana karşı kaldırdı...
Halbuki o, batıldır; ben ise.. Hak...
Şuphesiz Hak, batıldan daha gucludur...
Bu yolda delil olan manalar anlatır ki: Cemal tecellisi, daima Celale galib gelir...
Şimdi, bir başka acıdan bu Hadis-i Şerifin şerhini yapalım...
Burada, Allah-u Taala'nın şoyle buyurduğunu anlatabiliriz:
— Her kim benim veli kuluma duşmanlık ederse... bana Celal tecellisi yolu ile karşı
durmuş olur...
Bana gelince: Ona hem Celal, hem de Cemal tecellisi ile karşı cıkarım.
... Ve bilindiği gibi, bu şekilde ki bir tecelli onu ezer... İşbu mana, şu kudsi Hadis'ten
de anlaşılır:
— Rahmetim gazabımı gecti...
Kaldı ki bu mana, şu Ayet-i Kerimenin ozune de, uygundur!.
Onlardan intikam aldık... Denizde boğduk... Cunku: Onlar, ayetlerimizi yalan
saydılar...
Burada, ayetlerden murad: Allah'ın veli kullarıdır...
(7/136)
25
Yirminci
Hadis-i Şerif
RESULULLAH S.A. Efendimiz, Allah-u Taala'dan naklen şoyle anlatıyor:
- Allah-u Taala şoyle buyurdu:
- Ben, kulumun zannına goreyim... O halde, benim icin hayır zannıda
bulunsun...
... Ve ben beni andığı zaman, kulumun yanındayım...
Bu da Kudsi bir Hadis-i Şeriftir...
Bilesin ki: Yuce Hakkın herşeyde bir zuhuru vardır...
Bu, has bir zuhurdur ki: O zuhura mahal olan şeyin istidadına gore şekil alır...
Şundan ki: Tecelli, kendisinde tecelli vaki olanın durumuna gore olmaktadır...
Zuhur da aynı şekilde; Hakkın mazharlarından bir mazhardır...
... Ve tecelli, mazharın durumuna gore olmaktadır...
Durum boyle olunca, kendisinde bir şey zuhura gelecek olan, korkulu bir kimse ise...
onda meydana gelecek şey de korku suretinde gelir...
Şayet kendisinde bir şey zuhura gelecek olan, umitli bir kimse ise... onda mahabbet
zuhur eder...
Hasıl-ı kelam: Yukarıda anlatılana kıyas yapılarak: Aşklı ise... aşk zuhura gelir...
İşbu anlatılan mana, Cuneyd-i Bağdadi hazretlerinin şu cumlesinde saklıdır:
— Suyun rengi, kabının rengidir...
Yukarı da anlatılan cumlelerden de anlaşılacağı uzere: O, her bilginin aynıdır.,. Her
sanılanın aynıdır... Her anlaşılanın aynıdır...
Hatta: Her ilmin, her zannın, her fehmin aynıdır...
Ve o: Ancak, itikad edenin, itikadına gore zuhur eder...
Her şey, onun tecelli suretleridir...
Zahuratının ceşitleridir... Zatının tecelgahidir... Esmasının ve sıfatının aynalarıdır...
Ve o: Her itikad sahibinin ve itikad edilen şeyin de aynıdır...
Evet... buraya kadar anlatılanlar:
— Ben, kulumun zannına goreyim... o halde, benim icin hayır zanntnda
bulunsun...
Cumlesinin bir acıklaması idi... Diğer kısmın acıklamasını aşağıda bulacaksınız..,
— Ve ben, beni andığı zaman, kulumun yanındayım.
Buyuruldu... Bunun manası, şu şekilde acılabilir:
— Ben, kulumla, beni zikri şekli ile olurum...
Şayet o: Celal isimleri yonunden zikrini yaparsa.,, ona Celal isimleri yolu ile tecelli
ederim...
Şayet o: Cemal isimleri yolundan zikrini yaparsa... ona, Cemal isimleri yolundan
tecelli ederim...
Bu Hadis-i Şerife, bir şerh daha yapmak icab edecek...
26
Bu manaya gore şoyle buyurulur:
— Ben, tayin edilen her şeyde belli bir varlığım...
Fark ve kesret şehadetgahmda, beni muşahede eden, zancıları kemale erdiririm...
Sonra... benimle oluşu yonunden onunla olurum...
İşbu mana, şu Ayet-i Kerimenin derin manasında saklıdır:
Şoyle: Herkes, kabiliyetine gore amel eder...
Burada bir tenbih vardır... Bilhassa Tevhid uzerine..
Şoyle ki:
(17/84)
Tevhid uc derecede anlatılır..
Şoyle ki:
a)
Delille Allah'ın birliğine ait hukum..
b)
İlmi yoldan Allah'ın birliğini bilmek..
c)
gorecek hal kalmaz...
Burada ki tenbihlerden:
İrfan sahibinin kalbinde, ilahi ruyetin galib gelmesi... Oyle ki: Artık, onda başkasını
Birincisi,
her iman sahibi icindir...
İkincisi,
alimlerin tevhididir...
Ucuncusu,
irfan sahiplerinin tevhididir.
Yirmibirinci
Hadis-i Şerif
RESULULLAH S.A. Efendimiz, Rabbından rivayet ederek şoyle anlatıyor:
- Allah-u Taala şoyle buyurdu:
- Tam ihlasla, Allah'tan başka ilah yoktur; şehadetini yapanlar olmasaydı:
Cehennemi, dunya ehline musallat ederdim...
Eğer bana ibadet edenler olmasaydı: Bana asi gelenlere, bir anlık dahi muhlet
vermezdim..
Bilesin ki: Her kamil kişinin şehadeti, ya da her kamil kişinin ibadeti, umumi bir
manada kaim olur...
Yani: Tek tek herkese şamil olur... Zira, her şeyde vucud birdir...
Boyle bir Vahdaniyet şehadeti ise... tard ve uzaklık ateşinin dunya ehline gelmesini
onler...
Sebebine gelince: Vehdaniyet şehadetinin nuru, butun bu gorunenlerde bulunan
mutlak varlıkta gecerlidir...
... Ve butun taayyunatın onda nasibi vardır...
Yeni: Bu mukayyed şehadetin nurundan... Buradaki, mu-kayed şehadet, mukayyed
olarak taayyun eden varlıkla ilgilidir...
İşte., her kamil zatın ibadetini, yukarıda anlatılan mana ceşidinden gormek gerekir...
İşbu manaya, işaret olarak,
Resulullah S.A. Efendimiz şoyle buyurdu:
27
— Yeryuzunde:
— ALLAH ALLAH....
Diyen baki kaldıkca, kıyamet kopmaz...
İşbu Hadis-Şerif'te, kutba ve mutlak varlığı bilen Gavs'e işaret edilmektedir...
Zira, her taayyun halini alan varlıkta taayyun eden odur...
Sonra... her şehadete, şehadet eden yine odur... Her ibadette, ibadet eden yine
odur...
Şimdi, bu Hadis-i Şerifin esas manası uzerinde duralım... Adeta, Allah-u Taala şoyle
buyurmaktadır:
— Mutlak varlıkla tahakkuk eden insan-ı kamil olmasaydı...
Ki bu insan-ı kamil, yeryuzunde Allah'ın birhalifesidir... Cem ve icmal yonunden hakiki
şehadettir...
Evet... bu insan-ı kamil olmasaydı; dunya ehline tecelli ederdim...
Burada, dunya ehlinden murad, emmare nefis ile, hilekar hevadır...
Bir de, kandırıcı, beşeri ve tabii kuvvetlere işaret edilmektedir...
İşbu tecelli ise, kahır ve gazap cehennemi suretinde olabilir...
Boylece onları, tamamen oldururdum; yok ederdim...
Yukarıda anlatıldığı gibi: Bilhassa, tefrik ve tafsil yonunden hakiki kulluğu bilen insanı
kamil olmasaydı, nefis ve heva yonunden bana asi geleni bırakmazdım...
Yukarı da anlatıldığı gibi: Bilhassa, tefrik ve tafsil yonnunden hakiki kulluğu bilen
insan-ı kamil olmasaydı, nefis ve heva yonunden bana asi geleni bırakmazdım...
Yukarıda anlatılan manalara şu Ayet-i Kerimeler de ayrıca işaret etmektedir:
- İnsanları, birbiri ile, Allah'ın defi olmasaydı; yeryuzu fesad olurdu...
(2/251)
- Sonra, eğer Allah, insanları, yaptıkları hatalara gore, hesaba cekecek olsaydı;
yeryuzunde, hicbir canlı varlık kalmazdı...
(35/45)
Yirmiikinci
Hadis-i Şerif
RESULULLAH S.A. Efendimiz, Rabbından rivayet ederek şoyle anlatıyor:
- Allah-u Taala şoyle buyurdu:
- Ey ademoğlu, seni kendim icin yarattım... Eşyayı da senin icin yarattım...
O halde kendim icin yarattığımı, senin icin yarattığımın ayarına duşurme..
Gorulduğu gibi, bu Hadis-i Şerif de kudsidir... Burada adeta, şoyle buyurulmaktadır:
— Sen, butun isim ve sıfatları, ahkam ve asarı şumulune alan, kulli hakikatimin bir
mazharısın...
Baştan sona, bu alem ise... senin varlığın ayrıntılarıdır... ... Ve hakikatına ait olan
hakikatların mazharlarıdır...
Bu buyuk alemle senin misalin, ruha nisbetle ceset gibidir...
Sen ruhsun; bu alem de cesedindir... bedenindir... Bu alemden gaye sensin... bir de
28
toplayıcı hakikatin... Cesedden maksad ise... tedbir sahibi ruhtur...
Durum boyle olunca: Ruhun nurlarını...kendi beşeri varlığın perdeleri ile ortme...
Şu da bir gercektir ki: Her zuhur yerinde ki tecelli, ilahi nurun tecelli sergisinden aldığı
nasib kadardır…
Bu bir birlik, vahdet tecellisidir ki: Ruhun ve sırı mazharıda olur…
İşu ruhu, kalb olarak ele almalıı… ve onu, tecelli kabulunde daha kemalli
gormeliyiz…
Yani: Cisme ve bedene olan tecelliden…
Cunku bunları şmulunde zulmet de vardı…
Yirmiucuncu
Hadis-i Şerif
RESULULLAH S.A. Efendimiz, Allah-u Taala'dan naklen şoyle anlatıyor:
- Allah-u Taala şoyle buyurdu:
- Bir kimse, beni kendi kendine anarsa... ben de onu zatımda anarım...
Yine bir kimse, beni bir cemaat icinde anarsa... ben de onu, o cemaatten hayırlı
bir cemaat icinde anarım...
Bu da, kudsi bir Hadis-i Şeriftir...
Bir manaya gore, burada şu Ayet-i Kerime'ye işaret edilmektedir;
Her insanın takdir olunan amelini boynuna astık...
Bu Hadis-i Şerifin manası uzerinde biraz duralım...
Adeta, şoyle buyurmaktadır:
(17/13)
— Bir kimse, beni kendi kendine anarsa...
Yani: Vahdet cihetinden girip, bilhassa, zatta, sıfatta ve fiillerde fena halini bulur ve
zikrini yaparsa., ben dahi onu: Mutlak bir vahdet icinde, zikrederim...
Amma:
— Bir kimse, beni bir cemaat icinde zikrederse...
Yani: Kesret ve tefrika cihetine giderek...
Yani: Zahiri ve batıni kuvvetlerle... zikrimi yaparsa...
Ben de onu, isimlerinin coğunluğu ile anarım...
Kaldı ki: Onun beni zikri, benim onu zikretmem sayılır...
İşbu mana: Hakiki vahdet yonunden gelir...
29
Yirmidorduncu
Hadis-i Şerif
RESULULLAH S.A. Efendimiz, Allah-u Taala'dan naklen şoyle anlatıyor:
- Allah-u Taala şoyle buyurdu:
- Ey Ademoğlu, senin icin yaptığım taksime razı olursan, kalbini ve bedenini
rahata kavuştururum... Sevimli bir kul olaraktan kısmetin sana gelir...
Şayet senin icin yaptığım taksime razı olmazsan, Dunyayı sana musallat
ederim...
Ve sen, bir vahşet icinde, yabanda tepinir durursun...
Sonra, izzetimve celalim hakkı icin, o dunyalıktan, ancak kısmet ettiğime nail
olursun... sen dahi bir kotu kul olaraktan...
Anlaşıldığı gibi, bu da kudsi bir Hadis-i Şeriftir... Ozunde, şu Ayet-i Kerimenin
manasına işaret vardır:
— Allah onlardan razı olmuştur; onlarda Allah'tan...
Şimdi, bu Hadis-i Şerife verilecek mana uzerinde duralım...
Anlatılmak istenen mana, ozet olarak şudur:
— Ademoğlu, ezellerin ilk deminde, onun zati ve fikri haline ve istidadına uyan bir
şekilde verdiğime razı olsaydı... kendisine nasib olmayanı aramak zahmetinden onu
alırdım...
Cunku, tecelli; tecelli sahibine ait takdirle olur... bunun dışına cıkılamaz., artma veya
eksilme olamaz..
Bu durumda o: Kader sırrını muşahede ve mutalaa eden bir kuldur...
(5/119)
Yirmibeşinci
Hadis-i Şerif
RESULULLAH S.A. Efendimiz, Allah-u Taala'dan naklen şoyle anlatıyor:
- Allah-u Taala şoyle buyurdu:
- Ben, gizli bir hazine idim; bilinmemi istedim...
Halkı yarattım; nimetlerimi onlara sevdirdim..
Boylece, beni bildiler...
Bu Hadis-i Şerif de, Kudsidir... Burada belirtilen istek, zati bir istektir...
İşbu zata: EHADİYET, ismi verilir ki; butun esma ve sıfatların hakikatini ozunde
toplar...
Butun bunlar:
— GİZLİ HAZİNE...
30
Tabiri kullanıldı... Hepsi de, kemal derecesindedir; noksanı yoktur...
Aynı zamanda: Bu, Hakkın zatına has bir kemaldir...
İşbu zat? kemal İse... butun esma ve sıfatların kema! derecesinde ki durumları ile
zuhur bulmalarını gerektirdi...
Ama, halk mazharlarında... Alemin tecelligahında...
Durum ki, anlatıldığı gibidir.. Allah-u Taala şoyle buyurdu:
— Onlara, zahir ve batın nimetlerinin kisveleri ile zuhur ettim... Ama, bir sevgi
şeklinde...
Zira bunlar, mucmel olarak, umuma ve havasa marifet duygusu verir...
İşte... bundan sonradır ki: Fıtri istidadları ile, anlatılan yoldan beni bildiler...
İşbu yuce ve ustun mananın muşahedesi babındadır ki; bir Ayet-i Kerimede,
Resulullah S.A. Efendimize şoyle buyruldu:
— Şuphesiz bil ki: ALLAH'tan başka ilah yoktur...
Burada, Resulullah S.A. Efendimize, bir ilim deryasının kapısı aralanıyor...
Bu, ona goredir... bir de, ilmi varislerine... başkalarına değil...
Gercek şudur ki: Esma ve sıfatları cami olan uluhiyet ilmi, ancak yuce birliğe erene,
ilk berzah makamını bulana verilir... Anlatılan makama ise., tam olarak, ancak Resulullah
S.A. Efendimiz vasıl olmuştur...
En doğrusunu, Allah-u Taala bilir...
(47/119)
Yirmialtıncı
Hadis-i Şerif
RESULULLAH S.A. Efendimiz, Allah-u Taala'dan naklen rivayet ederek
anlatıyor:
- Allah-u Taala şoyle buyurdu:
- Beni, ne yerim aldı; ne de semam...
lakin beni: Mumin, TAKİ, NAKİ, VERA' hali sahibi kulumun kalbi aldı...
Gorulduğu gibi, bu da Kudsi bir Hadis-i Şeriftir.. Şoyle manalandırmak mumkundur:
—Ben, kulli olan esma ve sıfatımın butun cihetinden tecelli etmedim...
Yani: Hic bir yere...
Ancak, kemal durumuna bağlı bulunan ve... dolayısı ile, bana izafeti olan kulum
mustesna.., Bana tecellimi yaparım...
Bu Hadis-i Şerifte, bazı kelimeler gecti ki; onları biraz acmak icab edecek...
Sırası ile onlar: TAKİ NAKİ, VERA' kelimeleri idi...
TAKİ:
ile değil...
İki yonlu isimlerden bilhassa ibadetle ilgili yonu ile olup kalmaktır.,. Diğer yonu
NAKİ:
Yukarıda, zımnen anlatılan, iki yonlu isimlerin birbirinden ayrı bazı imtiyazları vardır...
Coğunluğu ile ilahi isimleri muşahede etmektir...
31
Bilhassa, ibadetle ilgili kısma verilen imtiyaz bir başkadır...
VERA':
sureti ile...
Butun bu manalara şu Ayet-i Kerime işaret etmektedir:
Masivayı bırakıpzat-ı ilahi'de olmaktır... Ama, onun gayrından fena bulmak
— Biz, emaneti, semalara, yere, dağlara arz ettik... ama, onu almaktan
cekindiler., ondan korktular..
... Ve sonunda onu, insan yuklendi..
Ama, bir ZALUM ve CEHUL olarak...
Yukarıda gecen Ayet-i Kerimenin tefsirini yapmak ve onda gecen, bazı kelimeleri
acıklamak gerekecek...
Adı gecen kelimeler: EMANET, ZALUM ve CEHUL, kelimeleridir...
Şoyle ki:
(33/72)
EMANET:
tumu ile...
Bu emaneti almayanlar icin:
Burada tecellinin kabulu manasındadır.. ama, ilk tecelliyi... her şekli ve
Ama, onu almaktan cekindiler... ondan korktular...
Buyuruldu..
Bunun sebebi: Ancak onun tam zuhurunu gostermekten yana bir kabiliyete sahib
olmayışlarıdır...
Bir de o alemin hakikatma tam olarak uymayışlarıdır...
Bir de o alemin hakikatma tam olarak uymayışlarıdır...
Sonra, şoyle buyuruldu:
(33/72)
— Onu, insan yuklendi..
Sebebine gelince: Kabiliyeti kemal derecesinde olup uyuşu tamdır...
Cunku, onun vasıfları arasında şunlar vardır:
ZALUM: Bu, insanın, nefsini ifna edişini anlatır..
CEHUL: Herşeyden gectiği icin, Hakk'ın zatından gayrını bilmez...
Bu manaları anla...
(33/72)
Yirmiyedinci
Hadis-i Şerif
RESULULLAH S.A. Efendimiz, Rabbından hikaye yollu şoyle anlatıyor:
- Allah-u Taala şoyle buyurdu:
- Beni bilen taleb eder...
Beni taleb eden bulur...
Beni bulan sever..
Beni seveni oldururum...
Bir kimseyi Oldurursem... diyeti bana duşer...
32
Bir kimsenin diyeti bana duşunce, onun diyeti, bizzat ben olurum...
Gorulduğu gibi, bu Hadis-i Şerif de kudsidir...
Ozellikle, marifete işaret edilmektedir...
Biz de, o yoldan gideceğiz...
Bilesin ki: İlahi marifet iki kısımdır...
Biri,
Marifet-i Zatı:
marifet-i zat... oburu de, marifet-i sıfat...Mutlak ehadiyeti cihetinden bilmek mumkun değildir.
Marifet-i Sıfat
Buna gore, marifet, talebi gerektirir...
Taleb ise... bulmayıicap ettirir... Bulmak da, sevgiyi gerektirir., sevgi de olumu...
İşu olum, fena halidir...
Olum ise... diyeti icab ettirir... Diyet ise., ancak, aklıbaşıda olana odettirilir...
Gercekten, oldurulenin diyeti, ancak, oldurendir... Ozellikle bu manaya ş Ayet-i
Kerime işret etmektedir:
’a gelince... onu bilmek mumkundur...
— Bir kimse, Allah'a ve Resul'une doğru yola cıkar da, sonra olurse... onun
ecri Allah'a kalır...
Yani: Zatı ile ona beka verir...
Cunku bu manada, katil maktulun aynıdır...
Hakikat değişmez... Zira, hakikat birdir...
Kesrete gelince... o, birtakım akli, vehmi ve izafi nisbetler-den ibarettir.. Keşif ehli
zatlara gore, bunlara itimad yoktur....
Anlatılan manaları, bir irfan sahibi, şu şiiri ile dile getirmektedir:
(4/100)
Devamlı onunum, o da artık benimdir,
İki zat arasında fark yok, sevgilimdir...
Yirmisekizinci
Hadis-i Şerif
RESULULLAH S.A. Efendimiz, Allah-u Taala'dan naklen şoyle anlatıyor:
- Allah-u Taala şoyle buyurdu:
- Kendilerine farz kıldığım ibadetlerin edasında olduğu kadar, hic bir şeyde
bana yaklaşanlar yaklaşamazlar...
Gercekten bir kul, bana nafilelerle de yaklaşır..
Boylece, bana yaklaşanı severim...
Sevince de, kulağı olurum... eli olurum., dili olurum..
Boyle ki oldum: Benimle işitir., benimle gorur., benimle konuşur... benimle
tutar., benimle yurur...
33
Bu da, kudsi bir Hadis-i Şeriftir..
Bilhassa, Hakka yakınlığına işaret edilmektedir...
Biz de, bu yoldan manaya gireceğiz...
Bilesin ki: Allah-u Taala'ya yakınlık, iki kısımda mutalaa edilir...
BİRİNCİSİ:
Bunun, meczub olan salikin yolu ile ilgisi vardır...
Buna bir başka isim daha verilir ki; şoyledir: Zati fena halini tazammun eden, bir
mahbub yolu...
Boyle bir yola giren, Hakk'ın kulağı olur... gozu olur...
Nasıl ki, namaz da:
— Allah hamd edeni işitti...
Denir... işiten kimdir?... Soyleyen kuldur ama...
Bu mana, muessirle esere gecişe bir delildir...
Farzların edası sureti ile olur... Bu yaklaşmaya verilen isim budur...
İKİNCİSİ:
Burası, meczub salikle ilgibi bir yoldur...
Sonra... sıfatlarda fena bulmayı gerektiren, sevenin yolu olaraktan da ad verilir...
Nasıl ki başta:
Nafilelerle olan yakınlıktır...
— Onun kulağı olurum...
Buyurdu... Ki bu durum: Eserden muessire istidlal sayılır... Burada, şoyle bir soru
sorabilirsin:
— Gozun ve kulağın o oluşu, yukarıda da anlatıldığı gibi, sonradan yapılma bir şey
değildir... Zatidir... Kadimdir...
Durum boyle iken, onun oluşunu mahabbete bağlamaktaki mana nedir..?
Bu sozune; umumiyetle:
— Evet... Diyebilirim...
Ama, dikkati başka bir yonde toplamak icab eder...
Dikkat edilirse, bu hukmun zuhuru: Salikin farzları eda ve nafile ibadet yakınlığı ile
tahakkuk ve tahaliuk edişinden sonra oluyor...
Salik, nefsin perdeleri ile perdelidir... Farz ve nafilelerin edasında tahakkuk edince,
nefsi karanlığından cıkar; ruhun ve kalbin geniş ve aydınlık sahasına girer...
İşte... Bundan sonradır ki kul: Hakkı, eşyanın aynı olarak muşahede eder...
Sonra... Sadık kulların butun duyguları olduğunu da muşahede eder...
Şu da bir gercektir ki: Hak, kulun suretinin ve dış yuzunun manasıdır.
Kul ise... Hakkın manasına ve batıni cephesine bir surettir...
Ehadiyet cihetine bakınca: Zahir, batının aynıdır. Batın da, zahirin aynıdır...
Zahir ve batın, Hakk'ın zatına ve şanına nisbetle bir suret gibidir.
Tıpkı: Yarımın, ucte birin, dortte birin, beşte birin, bir sayısına bağlanışı gibi...
Asıl kayyum odur... Bilhassa, akıl, sayı, itibari olan şanlarda..
Yani: Tecelli ve zuhurlarda... Bu manayı anla... Mutlak Hakkı bul...
34
Yirmidokuzuncu
Hadis-i Şerif
RESULULLAH S.A. Efendimiz, Allah-u Taala'dan hikaye ederek şoyle anlatıyor:
- Allah-u Taala şoyle buyurdu:
- Bir kimse, bana bir karış yaklaşırsa., ben, ona bir arşın yaklaşırım...
Bir kimse, bana bir arşın yaklaşırsa., ben ona bir kulac yaklaşırım..
Bir kimse bana yuruyerek gelirse., ben, ona koşarak giderim..
Bilmek gerekir ki: Karış, arşın, kulac, gelmek, koşup yurumek... butun bunlar, yapma
şeylerdir...
Butun bunlar, temsili ve tahayyul? manalardır... hakiki değildir...
Boyle buyurmakla, Allah-u Taala kula, kat kat sevap vereceğini, ona ameli
mikdarınca, iyilikte, ihsanda bulunacağını anlatıyor...
Kaldı ki burada yakınlık, manevidir... maddi değil... bir yere de bağlı değildir...
Burada, Hakk'ın yakınlığı, kulun yakınlığından once gelir...
Halbuki, zatına yakınlık, muvaffakiyet işi, Allah'tan Allah'adır... Bu bir onceliktir...
Ama, buradaki onceliği, bir başka yoldan almak icab eder... Bilhassa, amale mukafat
verme yonunden...
Hatırda tutulmalı ki: Amel, mukafattan once Allah'tan Allah'adır... Bu bir onceliktir...
Ama, burada ki onceliği, bir başka yoldan almak icab eder... Bilhassa, amale mukafat
verme yonunden...
Hatırda tutulmalı ki: Amel, mukafattan once gelir...
Bilesin ki!..
Hakka yakınlığın beş mertebesi vardır...
Şoyle ki:
a)
Nefs'in yakınlığı...
b)
Kalb'in yakınlığı...
c)
Sırr'ın yakınlığı...
d)
Ruh'un yakınlığı...
e)
Hakk'ın Ehadiyet yakınlığı...
Bilhassa, ehadiyet yakınlığı, butun mertebeleri kendinde toplar...
Şimdi, yukarıda toplu sayılan yakınlık mertebelerinin tafsiline gecelim...
Şoyle ki:
a)
Nefsin yakınlığı...
Bu, onun itaat ve ibadet gorevlerini yapmasına bağlıdır..
Bu makamda, Hakk'ın kuluna yakınlığı merhametidir... şefkatidir...
35
b)
Kalb'in yakınlığı...
Kalbi ve icten emallere dalmasına bağlıdır...
Bu ise, pek kolay değildir... Dunya ehlinden kopmak icab eder...
Bu makamda, Hakk'ın yakınlığına gelince... ilim, hikmet ve ilham ceşidinden şeyleri,
kuluna vermesidir... ana bağlanmasıdır...
c)
Sırrın yakınlığı...
Bu da, onun hakiki keşiflere dalmasına bağlıdır... Bu ise... ancak tecelli ile hasıl olur...
Asıl tecelli de, Hakk'ın yakınlığı da budur...
d)
Ruh'un yakınlığı...
Bu mertebeyi de, kısmen kalbin; kısmen de sırrın yakınlığı gibi bilmekte bir mahzur
yoktur...
e) Bir de,
Daha once de, anlatıldığı gibi, bu anlatılan, butun mertebeleri ozunde toplar...
Bu mertebe, kul icin tam yokluk mertebesidir... Ne varsa... ozunde toplar...
Hakk'ın zat, sıfat, bir de ef'al tecellilerinin temiz, seksiz, aydınlık tenzihleri altında...
İşbu hal icinde kul: Zat, sıfat ve fiil olarak tam kulli ve tek birliğe doğru yol alıp
kendinden gecer... Fena bulur...
Bu kudsi makamda, Hakk'ın kula yakınlığına gelince...şoyle anlatabiliriz:
— Onu...
Kendi bekası ile baki kılar...
Kayyumiyet sıfatı ile kaim kılar...
Hayatı ile ona hayat verir...
Kudreti ile kudrete erdirir...
İradesi ile, dilek sahibi eyler...
Kelamı ile konuşturur...
Hasılı: Onu, butun esma ve sıfatını ozunde bulan yapar...
Hulasa: Zati ile, zatı icin ve zatında zahir olur...
Yani: Okul...
Şimdi, bu Hadis-i Şerife, bir başka manada şerh yapmak icab edecek...
Adeta, yuce ALLAH şoyle buyurmaktadır:
— Her kim bana, yani: Kulli, toplayıcı olan huzuruma, ruhani, yani: Batıni, cismani,
yani: Zahiri vasıf taşıyan butun duyguları ile yaklaşırsa...
İşte...
Boyle birine, butun esma ve sıfatımla tecelli ederim... Hem lutfa ait olan Cemal
sıfatları ile... Hem de, Celal tarafında bulunan kahır sıfatları ile...
Ama, bir kimse...
Anlatılan gibi değil de, bazı mertebeleri ile, yani: Bazı duyguları ile bana yaklaşırsa.,
36
buna da, bazı esma ve sıfatımla tecelli ederim...
Bu da, ancak onun yaptığına kat kat sevap vermek sureti ile olur...
Mesela: Birden yedi yuze kadar... Veya daha fazla...
Veren ALLAH'tır.
Otuzuncu
Hadis-i Şerif
RESULULLAH S.A. Efendimiz, şoyle buyurur:
— Misafire ikram ediniz. İsterse kafir olsun..
Bilmem gerekir ki: Kula isabet eden kotuluklerden hangisi olursa, olsun; o Hakk'ın
misafiridir...
Ozellikle, hastalıklar... Kula gereken, ona ikram etmektir...
Ona yapılan ikram cumlesindendir ki; Mecburi bir durum olmayınca, ilacla def etmeye
calışmamalı...
Zira, ilacla o hastalığın giderilmesine calışılsa dahi, ancak Allah'ın takdir ettiği zaman
gider...
Boyle bir durum ise... kulu, Allah'ın gozunden duşurur... ALLAH korusun..
Burada, Resulultah S.A. Efendimiz:
— İsterse, kafir olsun..
Şeklinde bir tavsif yaptı... Burada ki kafir bir manaya gore:
— Kapalı.. Gizli...
Demeğe gelir...
Cunku bu misafirin gelişi coğu zaman saklı, kulun idrakin kapalı durur.
Şayet geleni kabul eder, razı olur; Allah'a donerse... Perdeler acılır..
Kul ise., bu durumda, işin sırrına vakıf olur.
Otuzbirinci
Hadis-i Şerif
RESULULLAH S.A. Efendimiz, şoyle buyurur:
— Şam, yuce ALLAH'ın yer hazinelerinden bir hazinesidir..
Kullarını orada saklar..
Bilesin ki, burada Şam, zat-ı ilahi şehadetinin kemal derecesidir...
Yer ise.. Bu yer kabında saklıdır... Ki o: HakTaala'nın yuce varlığıdır.. İşbu mana
icabıdır ki:
— Şam, oyle bir şeydir ki: Zat şehadetinin kemal derecesi sayılır...
Gizli hazine ise..bu yerde saklı durur...
37
Diyoruz..
Tam bir şehadet halinde zuhur edince ona:
— Vacib yuz...
Adı verilir...
Allah-u Taala, esma ve ahlakı ile, gizlediği abid kullarını ise... bu yuzde saklar..
Cumle esma ise... neticede, Hakk'a donecektir...
İşbu mana, şu Ayet-i Kerimede ki mananın hakikatlerini anlatır:
O nun vechinden - yuzunden - başka her şey helak olacaktır..
Hukum O nundur.. O na doneceksiniz..
(22/88)
Otuzikinci
Hadis-i Şerif
RESULULLAH S.A. Efendimiz, şoyle buyurur:
— ALLAH'ın nehri geldiği zaman, İsa'nın nehri batıl olur..
Bilsin ki, burada:
— ALLAH'ın nehri..
Cumlesinden murad, Hakk'ın vechinde ki baki nur'un zuhurudur..
Bu durumda, Hadis-i Şerife verilecek mana şoyle olur:
— Ruh, cem kaynağından inip ayrıntılı mevcudlara dağılınca, ALLAH'ın yuzunde ki
baki nur, butun eşya da zuhur eder. İzafi bir ruhla kalan bir başka şeye ihtiyac kalmaz...
Bu manayı anla...
Otuzucuncu
Hadis-i Şerif
Bir gun RESULULLAH S.A. Efendimize, şoyle soruldu:
— Allah-u Taala, yeri ve semaları yaratmadan once neredeydi..?
Resulullah S.A. Efendimiz, bu soruyu şu şekilde cevaplandırdı:
— RABBIMIZ, BİR AMA'DA İDİ...
Burada AMA'dan murad, zati mahiyetin aynıdır...
Yani:
Kendisi...
Yani:
Kendisi, kendisine yeter...
Yani:
Başka bir yere ihtiyacı yoktur...
38
Otuzdorduncu
Hadis-i Şerif
RESULULLAH S.A. Efendimiz, şoyle buyurdu:
— Mumin, Allah-u Taala'nın nimetlerine bir konuktur..
Burada, iradesinden gecen mumin kul anlatılmaktadır...
Bu, o mumindir ki: Allah-u Taala, onu zatından sıfatı makamına gecirdiği zaman,
doğruca, ALLAH'ın arzusuna tabi olur...
Artık onun nefsani arzuları olmaz...
Cunku, onun kendisine mal edeceği iradesi gayrı kalmamıştır.
Otuzbeşinci
Hadis-i Şerif
RESULULLAH S.A. Efendimiz, şoyle buyurdu:
— Dunya sevgisi, her hatanın başıdır..
Burada anlatılan dunya, kulun nefsi yonunden tayin ettiği şeylerdir.. Onun benliğidir.
Sonra...
Hakk'ın zatına yabancı sayılanlara iltifattır..
Bunlardan hangisi olursa olsun; bir tanesi dahi mu'minde olsa., o, dunyayı seven
biridir..
Bu da isbat eder ki:
— Dunya sevgisi, her hatanın başıdır..
Boyle olan bir kimse...
Kendisi icin bir ulvi zuhurata sahip olamaz..
Keza, başkaları icin de bir zuhurat sahibi değildir.
Otuzaltıncı
Hadis-i Şerif
RESULULLAH S.A. Efendimiz, şoyle buyurdu:
— Sefere cıkınız, sıhhate erer ganimet bulursunuz..
Burada anlatacağımızı, iyi bilmen ve oğrenmen gerekir...
Sefer:
Nefsani karanlıktan cıkmaktan ibarettir..
Sıhhat:
Hayret ve şaşkınlık halinden safaya kavuşmaktır..
Ganimet:
Nefse ve onun arzususuna galip gelmekten ibarettir..
Otuzyedinci
Hadis-i Şerif
RESULULLAH S.A. Efendimiz, şoyle buyurdu:
— Ziyaretin hayırlısı ziyaret edilenin yok olmasıdır..
Burada şu anlatılmak istenir:
— Hayy olan Hakk'in nuzulunde ki hayir, Rabbin veli kula tecellisinde ki bereket;
gerek tecelli, gerekse nuzul anında o veli kulun yok olmasındandır..
Bilesin ki: Yuce Rabb, hayat denizini ve tecellisi yaymitir..
Bu durum: Zatin, cem kaynağından gelip, butun eşyayı sarmasından ibarettir..
Bu manada olarak, Hak Taala, sevgili bir kulun ziyaretini dileği zaman, zatin cem
alemi olan yuce mekandan gocup imtina mekanına gelir...
Ama, beka uzerine. Ve ona boyle bir gelişi ile.. arada ona, yabancı kalmaz.
Otuzsekizinci
Hadis-i Şerif
RESULULLAH S.A. Efendimiz, şoyle buyurdu:
— Kulun, Rabbina en yakin oldugu am, secde anıdır..
Şunu bilmelisin ki:
Secde eden, secde ettiği zaman, varlığı cem kaynağından alıp, ayrıntılı aleme
yaymaktadır..
Yani...
Yalnızlıktan cıkıp, butun kainatla bir bağlantı kurmaktadır...
Amma, kurabilirse... Secdesini tam yapabilirse...
Şunu da bilesin ki:
Bir kul... vakta ki, Hak Taala onu yokluktan varlığa cıkardı.. boylece o: Yuce Hak'tan
uzaklaştı...
Peki, bu durumda, kulun cem aleminden ayrılıp yaygın bir varlığa gectikten sonra,
Rabbına yakinliği nasıl olacak..?
Evet, nasıl olacak ki?.. Tekrar eski yerine gidebilsin..
İşbu gidiş, ancak şu şekilde olabilir: Hak'ın, esma, sıfat, ahlak ve ayetlerine uygun bir
şekilde dağıttıktan sonra olabilir..
Bu da ancak, secde de olabilir... Manasını anla!.
Otuzdokuzuncu
Hadis-i Şerif
RESULULLAH S.A. Efendimiz, şoyle buyurdu:
İşlerde şaşırırsanız, kabirler ehlinden yardım isteyiniz..
Şunu bilmelisin ki: Bir veli kulun yetişmesi tam olunca, aziz ve celil olan Rabb oraya
konuk olur..
.. Ve o veli'n kalbi, Rabbin kabri olur.. İşbu kulun benzerleri, kabirler ehlidir...
Durum boyle olunca, anlatıldığı gibi bir zattan, din ve Dunya işinde şaşıran biri,
yardım taleb ederse...onun yardımını gorur...
Ve., o zat, o darda kalan kulu zor durumundan kurtarır.. Bu manayı anla!.
Kırkıncı
Hadis-i Şerif
RESULULLAH S.A. Efendimiz, şoyle buyurdu:
— Bir kimse.. Allah-u Taala katındaki mezilesini bilmek istiyorsa., yuce
ALLAH'ın kendi yanındaki menzilesine oğrensin..
Cunku Allah-u Taala kula vereceği dereceyi, kulun kendi nefsinde onun icin
verdiği derece uzerinden tayin eder..
Bilesin ki:
Bu Hadis-i Şerifte Hakka izafe edilen nefis, yuce Hakkın zatıdır...
Burada, zata nisbetle nefis ikinci mertebede sayılır..
Kula izafe edilen nefis ise., nubuvvetin kendisidir... Nubuvvet nefsi ise... velayet
nefsidir..
Bu da, velayet nefsine gore, ikinci mertebe sayılır... Velayet ise... nefsin ozudur..
... Ve burada velayet, mucerred zat-ı ilahi'de ikinci mertebe sayılır.
Hadis-i Şerifte gecen:
— Menzile..
Kelimesinin manası, zat-ı ilahiye ait arzunun tafsilidir., yayılışı ve dağılışıdır..
Zat-ı ilahi'nin muradı ise., zuhurdan sonra, marifetin husuludur..
Bu manaya ise., şu kudsi Hadis işaret etmektedir:
Ben, gizli bir hazine idim., bilinmemi istedim..
Burada gecen:
Kul..
Kelimesinden murad ise... furkani bir akıldır..
Yani: Her şeyi ayırd etme kabiliyetine sahib olan nefis..
Ve... Bu: Zatından hasıl olan bir ismidir mevlanın..
Kul, yuce Hakkı, kendine gore bir menzileye yani dereceye indirir..
İşbu derece, nubuvvet derecesidir...
Burası, aynı zamanda bir bağlantı merkezidir..
Yani:
— Hakkın cem kaynağından nuzul edip, bu varlıklara tecelli ile dağılışı..
Demektir..
Buradan da, beka makamına cıkış sağlanır..
Bir başka manaya gore: Devr-i daim..
En doğrusunu, Allah-u Taala bilir...
ALLAH'ım, efendimiz Muhammede salat eyle...
Keza, butun aline ve ashabına da..
İşbu salat, yer ve semalar baki kaldıkca sursun..
Ey merhametlilerin en merhametlisi.. AMİN!..
Tercumenin bittiği tarih:
19 Ramazan 1389
27 Kasım 1969
Bostancı / İstanbul
Abdulkadir AKCİCEK
b) Muceddid makamı..
c) ALLAH, ism-i celali..
İşbu uc mananın tefsirini aşağıda ki cumleler icinde bulacaksınız.
Once
Şoyle anlatıyor:
- Burada mana odur ki: Kutup kutbiyet makamında tahakkuk edip oturabilmesi icin
once bir evvelki kutup ile arasında yuz senenin gecmesi lazım..
Ta ki, ilahi isimlerin kullisi onda tam tecelli edilebilsin...
Ki o isimlerin hemen hepsi, Hadis-i Şerifin metninde gecen ALLAH lafze-i Celalinin
tesiri altındadır..
Burada Kutbun meydana getirilmesine:
Hadis-i Şerif
|
|
 |
|
 |
|
|
|
|
|
Sorular ve cevaplar kodu
| |